Kederin renkleri ağır ve karanlık. Bir su kenarında, incecikten öten kuşun gagasına ulaştığında lâl bırakıyor onu...
Yorgunluğun kokusu yüklü. Dünü üzerinden sıyırıp, tertemiz bir yarın edinmek, her uyanışın rutini değil.
Dünyanın dönmekten usanmadığı bir ekseni varken, insan nasıl tükeniyor öyle kolay...
Bir şeylere inanmak ve tutunmak nasıl büyüyor ilmek ilmek de kalbe oturuyor çözülmeyi bekler halde..
Bir yerde kalmak, bir insanla eş zamanlı, eş sebepli gözyaşları taşımak, dönüş biletlerinin koçan sayısı, ayların birbirlerinden bağımsız hükümranlıkları, bir ufacık mutluluk zerresi görebilmek için dağ gibi efkârı oynatmak yerinden...
Gözlerimden akan siyah, ellerimden gitmeyen sızı, ısınmayan ayaklarım, dinmeyen özlemim, çok yıllık bekleyişin kutsallaşıp ömre dökülmesi, ismimden umut yolları, sıcak çikolata, her zaman yerimin hazır olduğu evler, hep kalan tarafken tekrarlanan "gitme sakın"lar, ironisi evrenin, kendini sevdirmeyen kediler, özlenmeyen bir şehir, özlenen başka bir şehir, mimarlar, mimarlar, mimarlar...
Birisine tutulan boyalar, değişmeyen posta adresleri, telefon numaraları, bekleyen çocuk itiraflar, fırınsız kurabiye pişirme olasılıkları, yaşanılanın yanına eklenilen ihtimaller cümleciği. Kartlar, zarflar, kâğıtlar. Frank Sinatra. On yıl önce verilememiş bir söz. On yıldır değişmeyenler. Yine de gözler. Yastığın boş kalan kısmına düşürülen koku. Ten sayıklaması. Ruh ağlaması. Tek Şubat. Çok mevsim. Aydın. Kim bilir, belki de Artvin. Uykusuz gece. Savaş okuması. SS. Daha 23 değilim. Paul Auster'in gelmeyişi. Yine, mor. Dudak çatlakları. Büyük yatak. Boşlukların dolmasına 8 gün. Ankara'sız kış. Kardeşsiz kaç mevsim. Gece hep uykusuz. Kadehte kırmızı ruj izi. Fransız kadınlar. Güzel sanatlar. Heykeltraş unutuşu. Çanakkale. Kırmızı defterin. Şiir okuyanın şiirsiz emrivâkisi. Bu sabah ne var İzmir'de. Bir kadın; dönüş biletli. Kolların. Beşiktaş. Şiir var öyle; mutsuzluğa davet eden. Mimarlar, mimarlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder