Çıplak tene, kışı bütün buz kıran haliyle bıraktıran bir haresindeyiz dünya dönüşünün.
Yaşadığımızı tüm varlığımıza hissettirecek bir sızı bırakıyor gökyüzü. Ayaklarımızın altından kayan bir şehir var. Nehri donan bir şehir. Sokaklarındaki buzların birbirine kesiştiği bir şehir.
Apartman girişlerine buz batıran, evlerin içini sevgili koynuna çeviren bir şehir.
Gitmek istemediğim bir ılımanlığın kıyısında, bu şehrin ayak izleri taşıyan kardan kıyafetine dokunuyorum. Pencerelere yaklaşıp gözümü değdirdiğimde utanmayan kadın ve adamların, iki öpüşme arasında kışa düşürdükleri bereler renklerini saçıyorlar. Bu mevsim bu şehre her şeyiyle yakışıyor.
Yolculuğun öncesinde ve sonrasında değişiyor kentler. Birileri ekleniyor, birileri eksiliyor, kimileri değişiyor. Biraz bahar çalıyor. Daha fazla kış düşüyor. Yaz çekiliyor. Kent, yokluktan çokluk çıkarıyor.
Öğleye yaklaşan saatlerin turuncu ılığında, birkaç metrekareye sıkışan çay buharına yaslanan günaydınlardan, sıcak ekmeklere yayılan salçanın kırmızı ev kokusundan, birlikte aynaya bakarak birbirine uyma heyecanındaki gözlerden, kapüşonlu ve kesik eldivenli yürüyüşlerin parmak ucu sıcaklığından, ürkekten çok, korkak kedilerin üşüyen miyavlamalarına acıyan çocukluktan, kadınlığın ve erkekliğin birbirinden taşıp, tene döküldüğü uyumdan, bir poğaça mutluluğuyla başlayıp taze sebze bulmanın ferahlığından, aç olanların isimlerini de sofraya dahil edip beraber doyabilmenin huzurundan birazcık uzaklaşacağımız bir kentin insanlarıyız şimdi.
Kendi evlerimize yüklediğimiz başka anlamlarla örtmek istemediğimiz bir tabloyu, fırça darbelerimizden dökülen renkler oturup, yerlerini bulup kurusunlar diye bırakıyoruz bu tarihte; biraz yalnız başlarına...
Emanete ihtiyaç duymadığımız bu şehir donan suyunu döküyor arkamızdan; buz kırarak, kristallere ayrılarak.
Evlerimizde bizi bekleyen yağmurlar tozumuzu alacak şimdi; kara daha kendi rengimizde dönebilmemiz için. Yağmurları ve denizleri olan şehirlerin büyüttüğü çocuklar olarak, biraz yosun, en çok anne kokusu, birkaç dal zeytin, biraz üzüm, rüzgâr ve yalın ayaklığı valizlerimize doldurmaya gidiyoruz; kışın üçte birini başka coğrafyalarda yaşamaya. İliklerimize işleyen bu şehrin soğuğuna beraber dönmek için, şimdilik gidiyoruz. Isınmanın tüm mevsimlerini buradaki beyazlıkta yeniden inşa etmek için.
Yol, gitmek, dönmek, araçlar, garajlardaki insan manzaraları, evdeki yemek kokusu, kilometrelere düşülen notlar, birkaç bakışımlı tanıdık karşılaşmaları büyüdüğün semt sokaklarında, nereli oluşumuza eklenen sofra eksilmezleri, büyüdüğün evdeki çarşaf kokusu, anne kokusu, dönüş biletleri, kavanozlanan memleket tatları, içine işleyen denizin adımladığın yollara karışan sesi, bekleyenler, gidenler, kalanlar, yolculuklar.
Bu mevsim, belki de gitmek gerek. Dönüşe yaklaşmak, yakınlaşmak için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder