Beklediklerimiz, beklemeksizin bulduklarımız.
Yarattığımız bütün şanslar ve yaratılmayı beklemeden kendiliğinden kesişen birkaç şarkı, iki çift bakış.
Birbirimizden başka seyirciye ihtiyaç duymadığımız bu kaç perdelik oyunda, en çok; birken, çok olabilme ihtimalinin senaryolarını deniyoruz.
İsimler ve bedenlerden öteye geçen tortuları zamanın, zorluyor kalp atışlarındaki düzeni, göz pınarlarında biriken yorgunluğu.
Zamanın değil, ruhun ilaç olduğu yerden bakıyoruz bu aralar dünyaya. Çirkin dünyaya. Dünya sahiden çirkin bir yer. Gürültüsüyle, tozuyla, zalimliğiyle. Çocuklardan sakınılması gereken kadar çirkin bir yer. Kimsenin birbirini dinlemediği bir yerde, masal anlatma çabasındayız.
Yine de kelimeler var, gürültüden sapıp sessizliğin ihtişamıyla destanlar gibi dökülen. Gökyüzünün ve denizlerin ve toprağın bütün kudretleriyle dağlara yaslanan, yağmur olup dökülen, karın kapladığı gönlümüzde açıkta kalan parklardan renkler var...
İnancımızı, içimizi eze eze yok etmeye çabalayan bu karmaşa içinde, ikiden bir, birden iki olmaya; mevsimlerin ve coğrafyanın tanıklığında ruhlarımızı seviştirmeye çıkıyoruz.
Sol bileğimizde atan zamanın sesinden uzakta, çok uzakta...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder