13 Eylül 2011

Sonsuzluk yarın..*

Dünyanın bahçelerinden uzak düşüyor kalp zaman zaman. Zehirli sarmaşıklara takılan soluklara kanıp, küsüyor uyanışlar yarınlara, yeşerikliğine düşlerin. Uykuların rüya pencerelerinden bile ürküp, yastıkları ağırlığıyla ezmekten çekiniyor var oluş. Vazgeçiyor sonra tarihlerin uzaklığından bugün.
Uyuşuk mevsimler, üst üste dizilmiş posta damgalı kâğıtlardan kuleler, biriktirilen kırmızı biletler, trenli film sahnelerinde yanağa yuvarlanan tuzlu damlalar hep umutsuzluk tarihimizin öznelerine eklenir gibiydi. Kimi zaman nesnelerine.
Korkmuyorduk oysa, hiç söyleyemesek de sancısından yeni şeylerin. Yeni şeyler eskidikçe dünya uğultulu bir ağrı halinde gelip yerleşiveriyordu sol yanımıza. Belki de avuçlarımıza üfleyen zamana küskündük. Bir mevsimin üçte birinden, iki kocaman mevsim boyunca yaslar kesip biçiyorduk. Dünya, bizim aşk kırıntılarımızdan kudretli mutsuzluklar yarattıkça, sevdiğimiz film sahnelerinden kutsal kitap inancı taşırıyorduk.
Bilsek de, inanmıyorduk. Gidenin geldiği bir mevsimin olmadığını öğrenemiyorduk. Ezber bozan, yaratıcı metinlerimiz vardı birbirimizin içini kemirdiğimiz. Öyle ki, bir kırgınlığın aynısından bir tane daha taşımıyordu evren. Benzeşiklik noktalarını yakaladığımız anda, kulübünü kuruyorduk yalnızlık destanlarının. Yara izlerimizin şekli şemali benziyordu az çok, derinliği bir hayli. Uzaktan baksan yedizdik, içimize yaklaşanaysa kar kristali başkalığı.
Başka hikâyelerde başka başroller ve figüranlar olduk, hep aynı mutsuz sona koştuk. Kar kristallerinden çamurlu beyazlara döndük.
Pencerelerin savaş meydanlarına açıldığı sabahlardan, gecelerin üçüne hasret kaldık. Karanlıklarda yaralar görünmez sanıp, birbirimize soyunduk.
Küskünlüğümüz rakı kadehlerinden hüzün düşürürdü, şefkatini de eksik etmeden.
Düşünmediğimiz her kırgınlığın sonuna gidişler ekleyen çocuklardık. Peşimizi bırakmayacağını bildiğimiz sarı defterlere rağmen, aralarına biletler sıkıştırmak için dağlara ve denizlere ve gökyüzüne teslim olurduk. O kadehlerde buğulanan izlerimizi unutup da aşksız kalmayalım diye toprağa sığınırdık. Evrenin bütün güzellikleriydi bize mucize olan.
Dünyanın bahçeleri var. Aniden güneş ayağının ucuna düştüğünde ve onu kaldırmaya çabalarken, üstün başın umutla yıkanınca ışık ışık, anlıyorsun bazen; tükenmiyor ne dün ne de yarın.
Biz, tarihler arasına sıkışmadan, kırık danslarla ve kırılmayan tebessümlerle, birbirimizi durmayan sularda taşımaya söz veren çocuklardık.

1 yorum: