Akşam geceye karışırken, körfezin kadın dalgası saçlarında menevişler lunapark mavisi, elma şekerinden kızıllıklar.. Ufuk, inci diziminde şehir ışıklarıyla çizili.
İşaret parmağımın ucunda Saat Kulesi, Pasaport'a doğru çay buharının nemi. Sıcak hava, tene asılı kalıyor, vapurdaki rüzgâr neyin tesellisi bu tarihte...
Üzerinde kağıttan gemiler yüzdürdüğümüz bir aşk hayaliydi bu şehir. Şimdi iskelesinde, yarısı sulara gömülü o eski vapur..
Zamanın akıp gidişinden topladığımız bir avuç sıcaklığın fersah fersah ev kokusundan, yarına taşımaya hazırlandığımız bir valiz şimdi ayazlar.
Sadece bir avuç İzmir.Tapusuz bir kimlik, tabak-çanaksız bir doygunluk, anahtarsız bir uyanış şimdi göz açışlar.
Güzel olanı kirleten ne varsa küstüğümüz çok yılın sonrasında bir kaç güneş doğuşu saymaya korkmuyoruz.
"Kal" demeyen sokakları deniz doldursun ama.
Bu şehrin meydanlarında gençliği kırdık, sularını gözyaşıyla çoğalttık.
Orada oturup, insanların şehir hikâyelerini yazamadık.
Geldik ve geçtik; yazılmadık.
Eylül.. Şimdisi yıldızsız eylül.
Su, durgun su. Durmayacağına söz verdiğini unutan su.
En hafif kumaşlarla gökyüzünün altında ve şehri umutla süsleyen yagâne şeyin, denizin yanıbaşındayım.
Bedeli, kendimi eksiltmekmiş zerrelerinden, rağmen "biz"liklerin...
Bir gün birbirimizi affedelim, ne de olsa vapurlar var kalbini kıramadığım, vapurlar var kendini kıran, denizler gibi, bizim gibi. Kimsesiz kırılan...
Eylülün kıyısında eziliyorum sararık bir yaşanmışlıkla. İçimde ezilen bir şeyler var, yaprak çıtırtılarında ayak izleri dünün. Yankısı uzak değil.
Sen parmak uçlarında yürü, cam kırıyor zaten içimin sıcağında kış önceleri.
Deniz kokusunu da uyumadan avucuma bırak.
Dönersem, alırsan.. Kalırsam, belki yeniden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder