5 Eylül 2011

O gün, bugünse..

Bir günden az, yaşanmak için bir coğrafyada... Soluk alıp vermekten daha bahar olanı, soluğunun içilmesi.
Kaç yirmi dört döngüsü saklıyor bileğinde körfez. Kime saklıyor.. Bir ömrün tamamının yazıldığı bu sular hangi maviliğe masal, kaç adanmamışlıkla...
Kimlik bilgilerinin yitirildiği bir senaryonun figüranları bile kayıp. Hangi sokak söylüyor deme, sokaklar hep çıkmazında kalpteki sözcük yansımalarının.
Yeteri kadar cömert olamamış seneler başka iklimlere ki hep aynı kıyıda, hep aynı vurgunda, hep gökyüzünden buraya ayrılı aynı bulutlarla...
Dönüşünün olduğu bilinen yolların biletleri biriktirilir mi hiç.., hep günün birinde gidecek olanlarınkini sarartmış birisi. Gidince onlar, bir gün nasıl da kendiliklerinden, öylece geldiklerini hatırlasın diye.. Gideceklerini bilen, bu şehrin bir soluğu.. Bu şehrin... Aitmiş gibi ona. İkisinin ve ikisine değen pek çok şeyin inandığı bir yalan belki.. Ön ismi olmayan.. Ama ismi de yiterse akarken..?
Dilek kiplerinin ardına cevaplar uğramasa da, susmayan ve durmayan suları bağışla..
Gerçeğin sislerle sarmaş dolaş, kümelenmiş bulutlar gibi günlere düşüşü kasvetli bir yaz öğleden sonrası.
Bir bahar yağmurunda kuruyan su sanki uyanılan... O bahar akşamına da uyanmıştı iki kişi. Herkesin televizyon başına koştuğu bir akşamda bahçe yıkamışlardı, gökyüzünün kendilerininkiyle sevişen gözyaşlarıyla..
Şehir, bu şehir yıkanınca arınmaz pek. Su, öylece akıp gitmez üzerinden. Aniden sağanak, aniden kavurucu sarı.
Öyle bir boşluk ki tıka basa dolu hiçle. Öyle bir yıkanış ki, hangi suda kendini böyle ağır hissedersin, ölümün bir mavisi yoksa..
Buradaki vapurlardan doğu türküleri ve batı yalnızlıkları atılıyor sık sık. Kederli bir siyahla, elmacık kemiklerine hayat akıyor kimi kadınların, mavi umudu belki bu.
Dudaklarına değen ve dumanı içlerinde asılı kalan nice dert, güvertelerde ağarmış saçlarıyla adamların..
Orantısız katlanmış, aralıklarına rüzgâr almış gazete yığınlarından ne çok ölüm ilanı ve en gevreğinden heyecanları altı yaşların; susam susam...
Mavinin yeşile karıştığı tutkunluğa saçılıyorlar hepsi.
İki avucun birbirine değip alev alışına aldırmayan bir ıslaklığı var. Kırgınlıkları da kendisi gibi enginleştirmeyen, iki iskele arası durgunlukları...
Belki de o yalanmış gibi olan her şeye misilleme olan bir renk...
Alıştığı soluklardan yalnızca biri.. Yitse ne olur, gitse..? Yirmiyi aşkın senesi mi çalınır sanki. Eksilse bir tanesi, o renginden ton mu kaybolur..
Bir coğrafyanın nesi vardır haritalarda kabaran yürek yürek dağlarından, yalnızlık gibi bir başınalığın renginde ovalarından, yüreği ağzında tepelerinden başka.
Bir coğrafyadan bir mavi eksiltse kendini, kim küser vapurlardan başka..
Bir günden az şimdi, belki de bir sonrakine dönüşü olmayacak olan bir yola. Mavi taşıma mevsimidir belki güz başlangıcı.
Kıyıların yanaklarını öpen, belki de turunculuğuna varmalıdır tenhalığın..
Kimbilir belki de yollar söyler başka bir yalan ve bu sefer de ona inanıp kimse dönmez sahnesine.
İki yirmi dört saat döngüsü paylaşıyor şimdi kalkış ve varış saatlerini.
Provası yapılıyorsa göçlerin, gece bizim olsun. Öyle gidip, öyle dönelim.Öyle varıp, öyle kalalım. Karanlıkta mavi bile koyu çünkü..
O kıyıdan bu kıyıya, durmayan sulara, renklerine kanarsak hangi yalan avutur bir daha zaman eklerini...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder