5 Ağustos 2011

Çünkü, haritalardan taşan şarkılar var.

Sonrasında kalanlarla sek-sek oynanılan bir anı defteri sayfasında uyanıyorum, her gün ortasında. Gündüzlerden aşırılmış, mutluluk vaadeden sofralar kuruyorum; sarı, yeşil, kırmızı. Diri serinlikleriyle domates çekirdeklerinin, kızıl heyecanlar saçıyorum durağanlığa ve yeşerikliklerin içimde de filiz rengi tablolar boyamasını ümit ediyorum.
Önümde, gökyüzünü işgale kalkışmamış, gelişi- güzelsiz, yalnızca uyumak ve pazar torbalarını koymak için cepte anahtarı taşınan, tüm metrekareleri fayans kaplı evler; sağ baştan say.
Makinelerin ruh ezmesi yaptıkları sınırlardan sıyrılıp, kavruk çimlerin, heyecansız ve değişmeyen bir ritime teslim olarak arınmalarına, iki tekerlek üzerinde bulut öpebilmek olarak yeniden belirlediğimiz kişisel özgürlük kavramının uygulanmasına, sabun kokusu sinen su buharına, kızartma kokusunun eklenmesinden rahatsızlık duymadığımızın kendimize kanıtına şahitlik etmek üzere buradayız.
Benim hayat çizelgemde, yirmi iki senedir.
İçimden rüzgârlar geçiyor burada, ama senin değirmenlerine ulaşıyorlar mı, kestiremiyorum.
Uyumadığım nice gece gibi, uyuyup da yenik düştüğüm rüyalar da uyuşuk.
Ayların doğumgünlerini kutlamak yüreğimi dağlıyor. Oysa biliyorum, bildiğin gibi;

"..biliyorsun
bir baş dönmesi gibi sürüyor hayat,
yazların yanına yazlar ekleniyor,
zaman uzun bir sıcağa dönüyor burada,
ağırlığına duygunun, taşınmazlığına
ve yazlar hatıraya..."

Her gün iki kere çay demliyorum. Çay demlemeye ve meyve soyup kesmeye üşenmeksizin geçirilebilecek günler çizmiştik bir bahar. Ne erkendi, ne geç. Biriktirip koleksiyon yapmamıza yetecek bir zenginlik düşlemesek de, vardı; verilmek ve alınmaktan öte, aynı fırçayı beraber tutup, yapılacak resimler, karışılacak renkler...
Burada, rutin gündelik telâşlar çelme takmıyor düşünceye. Kumla, bulutla, suyla ve salkım salkım manzarayla hemen felç oluyor. Unutmak fiilinin yürürlükten kalktığı bir coğrafyada, tüm aşklar el ele tutuşup sonsuz bir uyuşuklukla kıpırtısız bırakıyor kalbi.
Geçtiğimiz baharın sızısına, oya ağaçlarının kendini tutumayı başaramadan, oluk oluk açan, dökülen baygın pembelikleri ekleniyor.
Kumsallarda tene teslim tanelerle ilikleniyor, yüze yağmur düşüren dizeler. En çok da sesler...
Sesi gecenin, burada kıyıya saçılan taşkın su, tokat gibi patlayan bir ilan-ı aşk, köpük köpük...
Gecelerin sesine, sesiniz ekleniyor.
Tanışıklığın kimyası gibi. Kelimelerden çok, aralığından içimize akanların sesi gibi.
Nasıl tanınır bir insan, ben bu sorudan her mevsim bütünlemeye kalıyorum.
Bildiğimiz; sizin ve benim, ikimizin bildiğimiz bir hikâyede, birisi şöyle diyordu:
"Bir kadını ancak sana mektup yazdıktan sonra tanırsın."
Benim soru olduğum mevsimlerde, ikmâle kalmıyor olmalılar o halde. Adresim yanlış belki, ondan cevabını bilmiyorum bunun. Kaç mevsim, kaç mektup...
Siz, nasıl tanınırsınız? Mektubunuzu sesinizle katlasam, sığar mı "..belki de birbirinin farkında..." olanlara?
Kim bilir kaç coğrafya, kaç masal doldurdu gönlünüze bu yaz. Sizi tanımaya çalışmamak ya da bilmemek olmalıydı iç sesimin meylettiği monologlarda, ama nefesini tutup geri saymaya başlamış bir dünden, bugüne savrulmuş bir yolcuyum, mevsimsiz açıp, hep solan bir çiçek; sizin bildiğiniz o az çiçek isimlerinden biri belki..
Burada gün, her yirmi dört saat döngüsünde eflâtuna ve şeftali rengine boyanıyor. Hissi, kuşların kanatlarının ardındaki sıcaklığa benziyor olmalı. Her gün doğumunda pencerelere, bakışınızın rengi düşüyor, böylece toprağa bir kez daha yeniliyorum.
Bakışınızdan dökülen sürgünlere hikâyeler biçiyorum; sessiz, kimsesiz.
Başrolünü oynadığınız bir senaryonun imlâlarına dikkat edin istiyorum yalnızca, sevdiğiniz şarkı ve film isimlerine iliştirdiğiniz öpücük rengi gibi.
Bir yazdan uçurtma bırakıyorum öteki güze. Kimsenin duymayacağı bir senfoniye serçelerden ve kumrulardan şef atıyorum.
Değirmenlerinizin, üflediğim havayla başı dönsün, üfledikçe büzüşen dudaklarıma mektup mektup tanışıklığımız dökülsün istiyorum.
El yazınızdan notalar çıkaran bir renk biliyorum, diğerleriyle birlikte kalbimde unuttunuz. Bir gün almaya gelirseniz;
her rakı kadehinin ağzında soluğunuz, her soluğunuz dudağıma iz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder