Çağlayanlara karışan bir tondum; güzel bir arkadaşım gökkuşağının sekizinci rengi de diyor, küçüktüm ama balık pulu gibi göze değen çocuk sevinçlerine kapılırdım.
Oysa büyümek, vapurda içeri oturmakmış, balık pullarını, ayın suyla flört edişini görmeme ihtimalini kabullenmekmiş.
Büyümek, güzel giysilerin ütüsü, makyajın akmayışı, saçın dağılmamasıymış. Yalın ayak olmanın ayıp olduğu yermiş.
Ben büyümeden hemen önce, ya da şöyle demeli; büyüme taklidi yapmadan hemen önce, parmaklarıma rüzgârlı sarmaşıklar dolayıp, suya dokundum. Dizlerimi evle ıslattım. Uzak vapurlara gözlerimi yaslayıp, rüzgârın canı güneş çeksin diye, öylece tenimi teslim edip bekledim. Yanıma, bileğine şapkasını tutturan, üfledikçe dalgaları çözülen bir nilüferden başka bir şey almadım. Belki suyunu bulsun diye, belki de çocuk halimi duyumsayayım diye..
Susarak anlatmak masalları.. Benim bir masal dağarcığım yok; birisi sormuştu bunu. Hiç olmadı, masallar akılda tutulmuyormuş, bunu fark ettiğimde kırıldım büyümeye bir kez daha..
Kırgın ve içimizi gücendiren ne çok şey var.. Kelimelerin masumiyetlerini yan yana gelerek bitirişleri ağırıma gidiyor. Böyle gözyaşı dökmek, üzmek var olan tebessümü.. Aşk olsun harfler, kelimeler, diller...; aşk olsun..
Dilime, kaleme dargınım çok. Dağınığım da çok. Aynı anda hem çağlayan, hem kıpırtısız koy olmak zor.. Kırgınken umut giyinmek de.. Yalnızken kalabalık görünmek de..
Son birkaç günün serinliğinde omzuma şal atan ne kadar sıcaklık varsa, denizlerden topladığım dalgalara kattım. Belki üşümesi geçmez ayın, su öyle düşünceli, kıpırtısız yatarken.. Balık pullarının renkli öpücüklerini göstermezken.. Belki çok susarız, suya bunca yakınken.. O zaman ne kalır deniz kenarından bırakılmış avuç içi sıcaklıklarından başka geriye..
Büyümek, renksiz bir tablo yapmakmış; çerçeveli ve eksik. Büyümek, vapurda içeri oturmak, bozulmayan saçlarla, gözleri sulandırmamaya çalışmakmış.
Büyümek ne anlamsızmış, suya bu kadar yakınken, suyken, su bizken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder