22 Nisan 2011

Yüzlerce...

Karıncaların çalışkanlığını eleyip, incecik yollar çizen gölge hangi beton arası yeşile gebe; bir tek mayıs biliyor.. Yakındaki bir coğrafyada rüzgârla varlığı titreyen kan damlası gelincikler, değirmenlere nazır çoğalıyorlar ve oluk oluk kızıl akıyor kadifeden.
Kiretmitlerin arasına biriken çakıl taşları, çok eskide kalan bir çocukluğun mirası gibi usulca birbirlerine sürtünüyorlar, evlerde hâlâ soba sıcaklığı çıtırdarken.
Yuvarlanıyor kestaneler, yerlerini eriklere bırakacaklar.
Gün doğumuna ve batımına ilişen, gerçeğe dokunmasın diye gecenin en bakir anına bırakılan hikâyeler taşıyor şelâle.., akıyor dudaklardan dolunay tadı.
Sonsuz bir yağmura acıkıyor toprak. Kokmak istiyor, çoğalmak, çatlatarak çorağını düşün.
Geyiklerin indiği gözlerine, elmacık kemiklerime yaslanan zakkumlar ekleniyor; zehri kendisini boğar, gözlerine kıyamayan bir pembelikte.. Git gide beyazlaşıyor tutukluk, bileklere atılan halatın örgüsünde, kesiliyor acısı yeryüzünün.
Sancılı bir bekleyişin, biletsiz yolculukları birikiyor defter aralarında, mevsim döngülerinin.
Şarap kırılıyor; kadeh, elimi kanatan duvara çarpıyor. Salkım salkım bir dağılış bu, çıplaklığından taşan bir terk ediş. mektupları var gecelerinin, parmak uçlarının tanımaktan istifa ettiği bir kimliğe ithafen, sularda..
Suya düştükçe ıslanmayan bir ezber yine zorluyor şarkılarını akşamların.
Trenlerin taşıdığı ruhuna yollarken silik bir sabahı vapurlarda doğan, her kelimem sessizlikle sakatlanıyor.
Eflâtun bir ölüm yakıştır bana, üzerine erguvanlar düşen, sonra sus sesinde, ama sonra...

1 yorum:

  1. Eflâtun bir ölüm yakıştır bana, üzerine erguvanlar düşen, sonra sus sesinde, ama sonra... ??

    YanıtlaSil