Ben her köşebaşına bir sokak lambası çizerim. Sarı ılıklığı, gece düşen saçlarına aksın, kumrallığına eklenip güneşe yol olsun isterim. O sokaklar ki, taşlarının arasındanki nemden cılız ve fosforlu gece bitkileri biter. Parmak uçlarımızda yürüdüğümüz dünya döner. Sen dönersin, ben dönerim, birlikte başımız döner.
Bir hafta başı sıradanlığıdır her sabah ritüeli. Hem de her hafta başının vadettiği gibi, açılmayı bekler tomurcuk heyecanı gizli. . Kahvaltılar varken hangi salı, çarşambaya varmaz istemez ki?
Yarın sabahki ayna buluşmama sakladığım su yeşili bir pantalon, sazlıklarda paçalarını kıvırdığım ve hep, senin boyalarının üzerine damlamasını istediğim...
Tarama saçlarımı, yüzüklerin dolaşsın, ağustos böceklerinin titreştiği dalga aralarına. Bahardan artakalan bir yaz çizelim gökyüzüne; pembe mercan, serinliğiyle poz versin suların yansımasından.
Ve bir fırça da tenimize değsin, hazlardan ve acılardan örttüğümüz kalp koordinatlarımıza.
Aya salıncak gerdiğimiz nice gecenin hatıra defterinde bir kameriyeden bahis açılsın; koyu maviden siyah çalınmış sular üzerinde. Yeşilini ve üzerine atılan kırmızı japon güllerini unutmasın rüya ressamı, bir de mutfağının uçuk yeşil tül perdeleri arasından düşen kokuyu.
Avuçlarına limon değdiğinde nasıl biçimleniyor o koku ve hangi şekere değiyor serçe parmağının ucu...
Şimdi, bir haftanın arifesinde ve baharın tebessüme inatla meyilli olduğu ilk ayında, kiraz mevsimini beklemek düşüyor şiire; sevdikçe, sevdikçe...
Yasak olan ne varsa kırıyor zincirlerini defter arası notlarla ve dağılan mürekkebe kalıyor imza; gün geçtikçe, geçtikçe...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder