1 Nisan 2011

"..Yalnız bir mısra mıyım, ıslanıyorum..."


"Sağda solda ipuçları, ipin ucunu çekersen düğümdür çıkışları..."

Günlerin hep geceyi öpen üçlerle başladığına inanan, uçuk mavi belki su yeşili bir kuş tüyüne takılıp rüyaların hudutlarını kırmak isteyen bir suydum, ki senin en sevdiğin şarkıda kendime özet geçmeyi mevsimlikleri çıkarır gibi iş edindim kendime.
En çok neyi seversin hayatta, sorusunu bekledim her çarpıntının ardından ve hiç sorulmayan bu soruya yanıtım hep avaz avaz gökkuşağı yağmuru oldu. Bu soruyu bana bir sen sordun, sen sussan da ışığın kızıydın, renklere hep soru... Bir şarkıyla buluşup, kaç şarkıya konu olduk, kaç şarkıdan yorgan çektik üzerine soğukların anımsamıyorum.
Seni tanıdığım mevsime yaraşır bir beyazlığın vardı, ve seni sevişime, çok sevişime yakışan bir turuncun, Akdeniz kokulu. Gamzene ilişen güneşe kaç yol çizdim parmak uçlarımla ve kaç sabah anlamını buldu ayandaki çizgilerle, çok saydım.

Burada şehrin ışıklarından çok düşeyazdım, teleferik kapatmalarında yeşillere suluboya kattım. Gelişini müjdeleyecek turnalara haber saldım, kırık camların kızıl renklerini çala çala beyaz pamuk helvalara çaldım.
Bir düştü, çoğu zaman bir güzdü düş. Kalbin keman titrekliğinde, ileri geri yaraya tuz basan zamanlardan mayısa çıkılan saatler vardı. Ellerimizde büyüyen uyku odaları, gerdanında yer bulan nilüfer ılıklığı. Senin gözlerin vardı kapanmayı bilmeyen, benim anahtarını senin cebinde bıraktığım kapılarım. Kese kağıtlarında çilek vardı, bir kedi sarılması, bir yıldız yağmuru, bir ahşap kokusu, gitar teli, çay buğusu. Ne çok şey vardı, ben salıncaktan düştüm.
Çelme takan her şeye inat gelinciklerin bittiği bir sol sızımız, ki ufku ağaçevlerde öğle sonrası..
Ben en çok, bana kanat takışını sevdim. Sonra üzerimden tane tane kırmızı döküşünü. Anlattığın dönüşüm gibi, ve yarı resmi kimliğime el yazınla işlediğin isimlerim gibi; hayata tutunuşum öyle yalın, öyle sen gibi, rasgele bir şiir molası nefesin gibi...
Değişenin ne olduğunu sorgulamaktan çok, belki de yan yana düşmekti rüya; toprağın doğurganlığına kanıt imgelerle, aramızdaki incelip kopmayan öpüşlerle...
Kim vardı, yokluğun coğrafyasında. Yok olan neydi bizliğin sonsuzluğunda.
Kırgınlığımızın dağ eteklerine yakamozları gönderiyorum, senin gözlerini kapatsın ay diye, gecem ol, gecem kal diye..
Oyukları var düşlerin, ama derin ama alçak, ama en çok çarşaf serilen rengârenk. Bir yer yatağının başucuna yasladığımız büyük tuvallerden dökülen şarkılar var, her şeyden çok, belki dize* belki yaz*...

Biliyorum yine de, gecelerde, uzun uzun, sevdiğimiz kitapları okuyacağım mumdan fazla olmayan ışıklarda, yalnızca gözlerindeki hikâyelere vardığım ve biliyorum sonrasında yerleşeceğimiz yer olacak, çocuklara masal boyayacağımız pencere dipleri..
Sormuştun..; cevabım hâlâ; Yasak Sevişmek.
Ben hâlâ...

1 yorum:

  1. Cumartesi üryan cümlelere öykünmüştüm nasıl güzel yazıyorsun diye , şu an senin tanımlamalarına ..Ben mi herşeyde kendimi buluyorum anlamıyorum hiç?
    Şüphe götürmez bir gerçek var ; duygularını bu kadar güzel yazıya dökmek bi yetenek olmalı herkese bahşedilmeyen ..

    YanıtlaSil