Bu saati anlatmamı istesen "Suda şeftali kırılmış gibi" derdim. Anlatmamı istemeseydin, susuşuma kızılı çok öpülmüş bir pembe koymanı dilerdim.
Bulutların oyuncaklara özenen hallerinden eser yok bu akşam, sanki gökyüzüyle erotizmin tanımını yapar gibiler, öyle karışık, öyle erir gibi, renkleri öyle...
Nicedir söz veriyorum kendime, geceden sabaha giden bir gemi bırakıyorum sularıma ve uykunun günaha döndüğü saatlerde kalemimle soyunuyorum sana. Bazen çocuk kalıyor kelimelerim, okumayı bilmediğm onca halin arasında yazmak da zor, inan. Bazen çok kırmızı ama.. Sezdiğini hissettiren şarkılar var, nicedir şarkılar kutsal kitap gibi duruyor zaten gecelerde.
Tarifini ve çözümünü bilmediğim fırtınalı bir pişmanlığı anlatmak istiyorum sana. El değmemiş bir ıraklığı var bunun benliğimde. Çünkü sözcükler hep haklı çıkmak için konuşuluyor bu savaş yerinde. Oysa ben bahçelere inanıyorum. Güneşin mücevher gibi toprağa değdiği bahçelere.
Burası garip bir yer; aklın sınırlarını zorlayabilecek tek şeyin özgürlüğün coşkunluğu olduğuna inanmak istiyorken, esaretin her türlüsüne kendisini sunan bir coğrafyada, ölüm tanımları yapılıyor. Ben oyun dedikleri bu kandan, kendimi ve evrenin sahip olduğu her güzelliği dışlamak istiyorum. O yüzden gün doğumlarında uyumuyorum.
Başlangıçlara olan inancımı kırgın ve deli, ama en çok affedici, sana yazıyorum. Yazıp denizlere atmak istiyorum, ama senin denizinde boğulmalarını da..; çünkü ellerine inanıyorum..
Senin aşkından kuyruklu yıldız gibi kayan gizli saklılığında çoğaldıkça, gecelere kostüm biçiyorum. Bilmediğimiz çiçek isimlerine özenen renklerle, dışlanmayacağımız bir dünyanın gülüşünü hazırlıyorum.
Hiç sevdiğim şiirleri okuyamadığım tören ezberlerini bozup, en kokusu kalan, yarınlara bakan, dünde kanayan, limana varan dizeleri yorgan altında, önlüksüz fısıldıyorum.
Gidip de dönemeyeceğim şehirlerdeki yataklarımı düşünüyorum sonra, hangi renge çalacağını serin duvarların ve hangi deniz kabuğundan toz üfleyeceğimi kitaplıkların önünden.
Rakımı düşük soluğumun hangi dalgada yokluğa boğulacağını kestiremediğim için pencereden bakıyorum ve tüllerin arasından güneşi kokluyorum; kendime, kaçtığım rüya duvarlarını boyama sözü veriyorum.
Sözlerim Gretel'in ekmek kırıntılarını andırıyor. Yolu bulamamaktan, renge varamamaktan ürküyorum; ben uyumuyorum. Sabah kuşlarının uyanışına ve ötüşen şefkatlerine kadar güneşin gölgesinde nöbet tutuyorum.
Dilime tutunmuş, gündüzle birlikte dudaklarıma dayanan şarkılarında gizli öznelerin izini sürüyorum.
Ben bekliyorum, ilk dördünden son dördüne, yakamozların tutuşacağı baharlara, kavanozlara dolduracağım güzlere dek bekliyorum, çünkü senin mektuplardan köşkün var. Hâlâ...
20.05- 03.30
fotoğraf: Lissy Elle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder