14 Mart 2011

.Bir değil iki türlü...*

Başka bir yol bu. Dümeninde onun elleri var. O ; rengini henüz berraklaştıramadığım bir sakinlik. Bazen suda taş sektirir gibi seçtiği cümlelerle, içimde kıyılar kuran, bazen vuramadığım dalgaların geometrisini zorlayan...
Çoğunlukla benden bir yanıt beklemediğini yeni fark ettim. Yeni, kime göre, ne kadar yeni bilmiyorum. İçimi zorlayan bir eşik var; ne gözlerim yetiyor ona ulaşmaya ne de... Ne de...

Vurgun özlenir mi, bilmiyorum. Ben özlendiği yerdeyim. Belki de sırf bu yüzden, deşiyorum var olanla yokluğun arasındaki o telin gölgesini.

Onun uyuduğu yer tuhaf bir şekilde beni çocukluğuma çağırıyor. Dün, kadife koltuğun alçaklığında, zeytin yeşiline değerken tenim, bilet kesildi; kimbilir hatırlamadığım kaç yaş önceye. Sonra o desen..
Hayatımın ve rüyalarımın ve tüm varlığımın sahip olduğu o en güzel kadını yitirdiğimden beri ilk kez, ellerimin sarsaklığıyla dokunduğum o hissin aynısını buldum orada. Üstelik ben hep, o örtünün altında hayata çentik atmışken... Tesadüflere inanıp inanmayacağıma karar vermediğim bir mevsimden yazıyorum şimdi.
İçime dokunan bir şey var onun biçimlenişinde, gündelik tavırlarında. Belki de fazla esir kaldık özgürlüğe biz, ikimiz, ayrı ama birlikte, birlikte ama ayrı.

İşte belki de tam bu yüzden "hazır değilim" alışılmaya... Deniz*

Dizlerinde kalırsın bir akşam vakti
Soluklarına uğrarsın, kısılmış gözlerine
Geçersin geçersin geçersin
Gökteki tek yıldızdan üşüyerek.

Görüyorsun değil mi
Ne kadar inceldi kent
Neredeyse şuracıktan
Ansızın bir kent daha görünecek.

Bak işte, duyuyor musun
Öpüldün bırakıldın sanki
Bir değil iki türlü senin de soluğun.

Edip Cansever

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder