22 Şubat 2011

düşe'yazmak.

Nehirden geceler vardı, tendi, sesti, düştü; yol oldu. Usun köprülerine mum yakan iç ateşine ad koymazken, içimizin güneşlerinden doğurduğumuz çocuklara aşklar biçiyorduk. Hatırlamamı istediğin mevsimin adı bir damlaydı, bir saç örgüsü, bir kova kum, bir hayat.. Benim kelimeler dizdiğim hayalleri çevreleyen sular akıyordu senin yarınlarından. Belki de üç güzel ömür dikiyorduk, gün doğumlarına yaslanan martı çağrılarıyla.
Sesimin yankısını sever gibiydin o mevsim, öfkeye atılan baharatıyla kırgınlığın... Sonra benim boş duvarları sevmeyişim gibi sevmeyişin vardı tonsuz uykularımı.
Uykularımı uyumadığım bir başka aydaydık ve belki de en büyük seldi bu; temmuzun ağustosa gözyaşlarında boğularak yağışı.. Oysa ortasında şeker çalabiliyorduk günlere.
Bir gece, eylüle ramak kalmışken, topuklu ayakkabılarımla bırakmıştım ben kendimi sarılığına, ormandaki nemin. Ağustos böceklerini sinir eden bir florasan altında döndürdüğüm varlığım, yüksek dozda kırgın bir beyazlıkla suçlanıyordu; bileklerimde kan, bileklerim yaralı.
O gece ellerimin tutmadığı bir kalemle mektup yazdım sana, hayır sakın arama. İçimin sesleri sana nasıl ki hiç kaybolup da tesadüfen ulaşmıyorsa, yine olmadı..
Kendimce sağımı solumu bildiğim bir şehrin gecesinin terinde, yosma bir bulantıydı kayboluşum. Zehir yeşilini hatırlıyorum ormanın, başımı çarptığım bordür taşının tozunun arasından.
Gönül verdiğimiz bir dilin inciden sözcükleri gibi saçılıyordu ortalığa zamanımız..
Yapış yapış bir sıcak, sımsıkı sarıyordu telâşlarını gönlün. İzin kâğıdı olmadan içeri aldıklarımız, tuhaf bir sadakat eklentisi eşliğinde aklımızdan, kalbimizden sınır dışı ediliyorlardı.
Çaresiz dönüyorduk başıboş yalnızlığımıza, çaresiz kalıyorduk kilometrelerinde acının..
Hiç bilmediğim bir omzu vardı senin gidişlerindeki koltuk numaralarının ve hiç buğusunu tatmadım ben o camlara parmak izi bırakışını, coğrafya değiştikçe..
Ben ki her sevgime ne biçeceğimi bilemeden bir kuş kanadı veya bir ağaç adı, olmadığında bir bahar yaprağı bıraktıkça çoğalan bir avuç suyken, hangi sevgimin tuzunda kavrulup kendime isim buldum, hiç bilmedim...
Çalkalanan bir morken gece dudağın kıyısında, gözlerime vuruyor körfez. Yanan bir gemi gibi vedalar, gözlerim bu başlangıçta ne renk?
Şimdi bir sokağın yokuşundan bırakır gibi, bırakıyorum incinmiş bileklerimi, o yaz gecesinden eksik kanla.. Kanayan pek çok yarayı doldurduğum çantayı kaybetmek istiyorum, kaybolacağına inanır gibi. İnanır gibi...
Zakkumların rengine gülümser gibi ya da.., hangi yaza karışacağımı bilmediğim bir kışta...
Bilmiyorum geçen ne, bilmiyorum salıncaklara oturttuğumuz güzel isimlerin hangi oyunda dizlerini kanattılarını..
Tutuşmayan bir kuru ot parçasından yeşil diliyorum bahara; kapıda, yeniden, neredeyse inanacak gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder