2 Şubat 2011

Boğaz'ımdan Geçmiyorsa...

Dalgalarımın, şehrin ışıklarına yakıştığı ilk mevsimde miyim? Bu şehir hangi parmağıma yüzüğünü takıyor da sıyrılamıyorum şarap tadından..? Kalbimin demirlerini atıp, halatlarını boşalttığım tüm bu kalabalıklar nasıl acıtmıyor artık içimi, iyileştiren yeşiller mi var kıyılarına değen sularında..
Oysa Emek Sineması bile yıkılıyor, ben orada ilklerimi temize çekmişken...
Başka bir kalbim var şimdi, bir sırt çantasına yükleyip de omuzlarımdaki ağrıyı öpsün diye beklediğim çocuğun sıcaklığında...Geçen gece Edith Piaf'ın sesinin doldurduğu kristal bir su eşliğinde yeniden mi buldum özlemi kilometrelere yayılan...Bir saman kağıdına, kahve kokusuna güvenerek yazamazken cesaretime yenik düşen sözcükleri, korktuğum şehirle büyüyen kalbimdi belki.. Sıyrılamadığım aşklarla dikiliyor önümde surları; evime niye kırgınım, aşklarıma niye tutuklu...Kalan iki geceye sığar mı ufuk çizgisinden düşüşüm yoksa yine yerleşik göçebe miyiz, ortasında kalp zamanlarının... 30.01.2011*Bin dört yüz beş

Otuz Dört. 4-3= 1.


İçimdeki sıcaklık, sana salınan bir nilüfer çiçeği mi? Neye ısınıyorum bu şubata değinen yanımla.. Hangi denize yakın düşüyor, renksizliğimin çiçek dürbünü yansıması.. Şehirde yalnız kalmak tutkumun ötesinde, kimin düş yatağına, sulardan cam göbeği çarşaf seriyorum.. Ben hep, bu şehirde adımladığım sokaklarda büyüyorum. Kanatlanan güneş renklerinden, yazdığım mektubun öznesi bana sadece "deniz" diyor. İsmim her şehre fon oluyor, ben.. Ben kime...? 30.01.2011* İki bin üç yüz elli

Kulelerinden Düşüyor Hüzün

"..Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını..."
Şehirlerin gözyaşlarını kim siliyor çocuk? Yollar yıllara karışırken, sokakların damarlanan ağrılarını kim öpüyor? Hangi deniz, hangi karaya yanaşıyor da gün akşam oluyor sular damlatarak genç kadınların saçlarından.. Hangi çocuğun mutluluğuna değiniyor gökyüzü bu eski İstanbul masalında..
Delikanlı, Kadıköy Vapuru'nda kalbinin pasını atarken, hangi kadının siyahlığı ölüm kadar güzel yüzüne yansıyor...
Çalınıyor mu damağına akide şekerinden tarçın, lâl olup düşüyor mu gününe sevda bu şehrin akıtması destanlarda...Sen hiç Şişhane'de yürürken yağmur yağdı mı? Ve içine sindi mi aşksızlık, yakandaki karanfil taş sokaklara düşüp de boynunu bükerken?
Güzel çocuk, hangi dizeme değiyor kalbinin şiiri.. Hangi günü seviyorsun zamansızlığında heyecanlarının.. Ben birkaç zamandır mevsimlere kelepçeledim bileklerimi, kimseye masal anlatamıyorum bulutlardan başka ve üşümüyorum ayazında yalnızlığın. Ama bir yanım titriyor, o da belki dudağıma uğrayan uçuğundandır renklerin.. Bir başınalığıma verme kusurlarımı, içimin çokluğunda ip atlarken oldu bütün yaralarım. Ellerimdeki toz, dünyanın uykusundan. Sen bana bir bilet al, belki bir gün ismini bilmediğimiz bir şehirde ararız o bir ömür olacak, bir günü... 31.01.2011* Üç yüz yirmi yedi


Yarın yollar var. İstemedim dönmek, dönüp de bulamamak. Dönüp de yeniden yola çıkmak. Beklediğimzi bir telâşın arifesi değil gibi bu. Sanki durgun akan maviliğe karışma zamanıydı.. Onsuz Ankara'da olmak acıtıyor kapanmış gibi duran yaralarımı. Yakınına gelip uzaklığı izlemek ne zor.. Elimde avucumda kahramanı kalmayan bir masalı büyütüyorum. Kar ihtimaliyle dudaklarımı yakıyor, sokak isimlerine kestane kokusu bırakıyorum. Nicedir uğramayı ihmâl ettiğim çocuklukla, uyku aralarında karşılaşınca korkuyor, ismini anarken paniklediğim bir sıcaklığa sığınıyorum. Bu şehirde boncuk döküyor gece, renk renk. Ben yarın başka ve bir sonraki gece daha başka bir şehirde olacağımı düşünerek gözlerime yaş koyuyorum.
Hiç bilmediğim bir kıyıda, güzelliklere değmesini istediğim bir renk, günü hep akşama bağlıyor; oysa ben biliyorum, biz birlikte en çok güneşe inanıyoruz.
Sevdiğim şarkılara yakışan şehir, bu gece beni sev, bu gece beni çok... 01.02.2011* On dokuz

Hüznüme yeniktim daha gün doğmadan, ceplerimde dahi saklamak istemediğim biletlerin ağırlığı içimi yoruyordu. Sonra gökkuşağına fon, bulut aklığı gibi düştü güne kar. Ben son karı evimde görmüştüm şaşırarak, ılık bir çayın kokusunu alan beyaz bir plastikle oynayarak, iki ders arası bir bitkinlik anında.. Ben karı hayatta bir tek nüfusuma işli şehre yakıştırırdım. İlk karı orada gördüm, ve ilk karı; o kadar çok karı, dolu dolu bir tek orada, onunla yaşadım.
Bu gizli, saklı oyun bahçeleri olan şehirde görünce öyle uçarı bir beyazlık, o zaman inandım gerçekten imzalandığını kalbimin şehir şehir. Şimdi o çok uzakta, beyazdan birbirimizi görememeyi dahi beklerken, bilmediğim bir coğrafyanın dilime değen şarkılarında..
Burası.. Masallara sığmayan kentin gök yüzü. Her şeyi başka olsa da, üzerimizi örten bu renk, bu pamuktan desen tekleşiyor yollar ve diller boyu.Hüznüme değen mevsimin beyaz gözyaşları var, hafif çok hafif.. kelebek kanadından dökülür gibi dönüş. Bulutlara karışan bir hayalim var, yeryüzünü beyaza boyayan. Sevdiğimiz şehirlere isim koyar gibi, tut elimi; sonsuzluk yarın... 01.02.2011*

Sanki bulutlardan bir tarla üzerindeyiz. Bulutların sulanarak inceldiği yer, buz tutmuş bir göl manzarası gibi. Değişmeyen tek şey; yansıdıkça gözlerin rengini değiştiren o sonsuz sarı. Benim gözlerimi hangi çiçek yaprağına, hangi ağaç dalına bırakıyor hiç bilmedim ama buluttan bir tarla üzerinde kanatlarım olduğuna inanırken ve mucizelere inanırken, ve bize inanırken; dudağımdan kalbime akan aydınlıkla;
"..Güneş varken ışık bitmez inanma..." 01.02.2011* Bin yedi yüz üç

Ve tam da içimizin kıyılarına özenir gibi; Ege'de dağlar denize dik uzanır. 01.02.2011* Bin yedi yüz on beş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder