16 Ekim 2010

tavus..*


İçimin sonbaharı demiştim, henüz çiçekler tohumlarını yeni yeni patlatmaya başlamışken... Sonra bahar geçti, erguvan mevsimi İstanbul'a değdi geçti. Aşiyân'ı düşündüm, şiirleri unutan belleğimi sulara koydum. Pek çok şeyi unutmaya çalıştım mevsim döngülerinde, sonra bahar geçti. Ben bu bahar papatya mevsimini kaçırdım. Ellerimin ağrısı duraklarda beklerken, yeşiller beyazlara aktı, güneş damladı içlerine, ben yoktum. Yaz derken, yeni renklere tutunmak istedim, biraz kılıksız biraz gözü yaşlı, sana çokça uzak, sana en yakında geçti yaz. İstanbul mor salkımlar halinde döküldü yollarıma, suların yeşerikliğini bilyeler halinde bıraktım gökyüzünden, duymasan da kalbimden ismin geçti. Sonra şaraplar düşünüldü, güzel müzikler, sıcak mevsimleri buharlaştıran çay kokuları, sevdiğimiz kitaplardan yükselen saman kağıdı kokusu. Küllendiriyordum seni kalbimin coğrafyasında, başka bir iklimin başka bir gökkuşağında valsleri kırıyordum. Kuleleri, köprüleri, eğimi göğüste bir nefeslik sıkışıklık yaratan caddeleri aştım. Renkli boncuklar ve kumaşlarla tebessümler yarattım. En çok çayına şeker atmama izin veren insanlarla olmak istedim. Pek çok şey, İzmir trafiği gibi geçti. Bilirsin; gereksiz bir yavaşlıkla ilerliyor burada hayat, hayatı saçmalarcasına ağır çekime bırakan insanların, oksijensiz altın günleri gibi. Senin ve benim olanları bırakmaya çabalıyorum nicedir. Uzaktan izliyorum pek çok güzel hikâyeyi. İçine dahil olamadığım tüm güzellikler gibi, hikâyeleri de... Güzel insanların sesleri vardı o şehirde, güzel insanlarla paylaşılan çay muhabbetleri, güzel sokaklara yer etmiş kedi sıcaklıkları, sokakların sesi, seslerin sokak sokak birbirine çıkışı. Şaşırdım çok, senelerini verdiğin kentten kendini bunca kovmana. Seneler boyu bana anlattıklarının ötesine bir şekilde geçebilmiş olmama. Bilirsin; benim "öç" kavramım böyledir, mevsimi yaşarım, renklere dokunurum. Senin gözlerinin ve teninin ötesinde bunu yapabildiğimde hırsımı alırım. Hırs demek doğru değil aslında buna, yalnızca bir şeye tutunmak belki. Artık üzüldüğüm şey, başka bir kadının gülüşü değil, senin zamanın dışında oluşun. Niye öylesin ki... Belki sulara gerçekten değebilseydin ve inanarak renklendirebilseydin sevdiğin dizeleri, ve belki gerçekten unutmasaydın sahiplik eklerinden sevgine ördüğün masalı.. O zaman gerçekten minnacık da olsa tebessümle bakardım başkası için çarpan kalbine. Müziklere en çok, aylarını sayamadığım yıllara.. Tarihlere tutukluyum ben biliyorsun, sahi kaç yaşındasın şimdi? Ben epey yaşlandım tüm bu işaretsiz sorular ardında koşarken. Güzel değilim ve her adım attığım masal "kapandık" levhasını çeviriyor yüzüme. Omuzlarım ve ellerim... Belki bir gün, Ege ve Marmara'nın birbirine karıştığı bir suda yıkanır ömrüm, o zaman belki sen başka bir coğrafyanın ayak basılmamış bir köşesinde yeniden şiir okursun, karşındaki kadına ağlarım belki, belki kendi hayallerimin kırık "Dize" sine...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder