18 Eylül 2010

adımda uykun..*


Parmak uçlarımdan uzandım; boynun ayı taşıyordu, gözlerin geceden taşıyordu. Avuçlarımın arasından kayan kumrallığın güneşli ülkelerin yataklarında rüzgârla geriniyor, kokunu peşi sıra sürükleyen eylül sonları, baharat sepetlerinden yediveren bahçelere taşınıyordu. Şehvetengiz latin sularına dağlanan bir mektup gibi katladım kalbimi. Nabzın; zarf, usulca yerleştirdim. Yerleştiğim her yerde göçebe, sana kalandım. İpek yollarında masallardan düşeyazdım. Gök yaşantılarına sahilleri müjdelemek için fışkıran palmiyelerin altında, kanadına hasret dolanan turnaları saydım. Sayarken, güne düştüm. Hesapsız taklalarla uykularını böldüm. Böldüğüm pembelikte, kanatlanan dün oldum, yarına oturdum, destan biçtim.
Gecenin kaftan renklerinden kirpiklerine yaş bıraktım. Sularımda yıkadığım gemileri, dudaklarının biçimlendirdiği öpüşlere bıraktım; sallantılı bir denizin Akdeniz hali...
Leylak sesiyle bölünen zifirilikte yasemin dokunuşu; ürpertisi zamansızlığın.
Kucak kucak vişne mevsimiydi, gecesi uzun, gündüzü gündelik. Gecesi kaplı, yosun renginde zehir tadı, baş dönmesi iz, bileğinden akan güvercin kanadı.
Bölüştüğümüz hayatta, meydan okuyan bir sarılmaydı sarmaşık yansımamız. Çarşafından havalanan cümleleri yalnız şiirlerimizin; gizli benin, sen kırılması.
Yarın başka, bugün tuhaf özlemelerim. Hiç konuşmadığımız bir ağacı izleyerek, ekime valiz toplayan ağustos böceklerinin dile gelmişliğinde, tüm biletlerin varış istasyonlarından sana varan çağrıyım. Çok tanıdık bir başkalıktan seslendiğim sesin..., kapılarını açık bırak, anahtarları fesleğen diplerinde.
Ben senin her mevsiminde, ben senin her uykunda; yarınından taşınan, dününe saçılan nar...
Bir gün, belkisiz, mutlaka sularda...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder