9 Eylül 2010

dağınık yatak.


Ayna kırılır, surete karışır sır. Muamması düğümlenmiş, dili lâl masallarla yıkanır ten. Nicedir bu gözlere yansıyan renk kırılması, gün batımlarını çağrıştırıyor, kızılı çiğ. Renk karışıyor bulutlara, güneş dileniyor damar üstü örtü. Güneş bir son yaz perdesinde, sarılığın uykusuz bulantısını diretirken, temmuzlar eskir. Kana değer ayçiçeği. Bir alev raksı yürür göğüs üzerinde, ten fısıldar. Fısıltı çığlık olur. Çığlık, mevsim dönümü. Mevsim teni kafesler renklerin eşiğinde. Bedevilerin yağmur özleyen tenlerinde biten çöl rengine karışır uzuneski yaz tadı.
Nicedir tanıyamıyor kadın bedenini, uzun uzun seyreylediği omuzlarına dökülen gürül gürül saçlarının uzamasına inanamıyor. Saçlarının arasından deniz kestanesi sivriliğinde sular akıyor, su göğüs uçlarlarından sızıyor. Gözlerinin takılı kaldığı çenesinde yağmur sonrası gölcük. Nicedir tanıyamıyor kadın tenini. Kaşıdığı kumaşlardan renkler kazıyor, tırnak diplerinden yol veriyor renk kökleri, çiziyor uzun uzun kasıklarını, bedeninde gidip gelen yaşama belirtisi o an boğazında mola veriyor, uzun, sancılı bir bekleyişin eşiğinde kasıklarına kesiyor tırnaklarından akan renkler. Bir eski yaz tırmanıyor hücrelerine, bir Ege kokusu başına buyruk. Şarkılar hatırlıyor, dizleri birbirine çarpıyor, o gece ötesinden kalma iz geliyor aklına midesinin az üzerinde; artık zevk aldığı sızıyı hissetmiyor. Nicedir tanıyamıyor kadın kendini. Şarkıları ve şehirlerin değiştirdiği saçlarını. Bacaklarından akan eflâtun günbatımlarını. Sık sık elleri ağrıyor kadının, mirası; ağır valizlerinden, geçmiş mektup yıllarının. Elleri de değişti kadının, piyano çaldığı yılların tozu değiyor parmak uçlarına, başındaki ağrı metronom gibi işliyor. Artıyor birikintisi aynadaki değişikliğin. Köprücük kemiklerini zorluyor sık sık kadın. Parmaklarını kemik boyu bastırarak nabzını ölçüyor.
Uzun mektupları var kadının henüz olmayan kızlarına yazılı, ayırdığı ve dinlemediği şarkıları, adanmamış renkleri, teni öpmemiş mevsimleri. Korkuları var, kör olmaktan korkuyor kadın en çok ve kokuları yitirmekten. Ekmek kokusu ve mürekkep kokusu. Neye gebe olduğunu bilmediği senaryolarda figüranlığa alışık bedeni titriyor yitirişlerde.
Mezarları geziyor kadın, dilin sınırlarından taşıp hıçkırarak koşuyor taşlar arasından. Konuşamadıkça camdan bilyeler kırıyor, ayakları küçülüyor kadının, tabanları kesiliyor. Nicedir tanıyamıyor kendini kadın. Kararttığı göz pınarlarına gece çalındıkça kadınlığına susuyor. Susadıkça saçlarını çekiyor. Etekleri buruşuk, bacaklarından sokak akıyor; dehlizler sesleniyor, çıkmaz sokaklar ayak bileklerini öpüyor. Saldırganlığa teslim oluyor kadın, ruj renginden cinayetler boyuyor, cinayetlere boyanıyor kanıyla.
Sırtına metali değdikçe ayazın, dişleri dudaklarına geçiyor. Dudakları mercan, kurban ettiği kuvars. Allığından suretler akıyor kadının. Nicedir tanıyamıyor kendini kadın. Uykuların rüyasız kısmını içerken, kadehlerle kâbuslar dökülüyor gözlerinin ardına. Hayat tükürüyor, saçlarından tutup sürüklüyor, ağlatıyor kadını.
Kadın nicedir gözlerinden dudaklarına varan tuzla seviyor tadını ümitsizliğin. Vurgunda isimsiz bırakılan sureti, aynada muamma oluyor. Nicedir tanıyamıyor kadın kendini; kadın olduğu yatakların kokusundan sıyrılamıyor. Korkuyor kör olmaktan ve koku alamamaktan. Deli bir yaz sonu yürüyor belleğine, içinde zeytinler, vapurlar, söylenmeyen şarkılar, dağınık çarşaflar olan. Ağlıyor kadın, nicedir aynalarda ağlayan gözlerini bırakıyor, tanıyamıyor.
Göğüs kafesinde bir kuş ölüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder