15 Ağustos 2010

sokakta, yaralı.


Ardında giyindiğim perdeler ardına kadar açık, güneşi görmek, ağaç yapraklarının birbirlerine meylettiğini izlemek için, mevsime varıp, mevsimden doğmak için. O inanmazken, mevsime sarılıp, tenimden akıtmak için yeşili ve yıkamak için saçlarımı maviyle.. İsmimi doyurmak, ismimden taşmak için.
Hayal kırıklığı yaratan tüm yüklerimi bırakmak istiyorum terk edilmiş garlara, umut vermek, umut olmak. Tapılacak kadın ya da nefret imgesi olmaktan çok, olduğum gibi, sorulardan uzakta, sorgulardan vazgeçerek, öyle sen, öyle ben yaşamak istiyorum..
Bir yerlerde unuttuğum, bir zamanlar herkesin yakasına iliştirdiğim güven broşunu arıyorum nicedir. Durmuyor kimsenin tebessümünde, parlamıyor kıyafetlerde. Oysa ben parkalarında hayat nefesinin ne de ılıklıkla verirdim kalbimden oluk oluk. Nerede yarıda bıraktık biz bu hikâyeyi, niye böyle yalnızlaşıyoruz günden güne, neden bir yanımız hep ayazlarda nöbetçi... Kavuşmuyor akşamlar, dudaklarımızın susamışlığını martı kanadından damlayan deniz suyu geçirmiyor. Denizken, denizleri özlüyor kıyılarım. Kıyılarımda beklediğim düşleri, cebinde dizeler arasında taşıyanlara özlemim.
İçimin yaprak kımıldamayan günleri mi sıyırıyor tenimi, bu acı niye. Kan oturan dizlerim çocukluğumun oyun parkı gecelerinden miras.
O, ilk odayı hatırlıyorum biraz. Koşarak çıktığım, ilk küpemi giyinerek. Ben küpesiz güzel olmuyorum çocuk. Ve son odayı da; asla çıkmak istemediğim... Orada şimdi kim uyuyor bilmiyorum, artık ismi D ile başlayan kadınları sevemiyorum. Hayata her gün kendinden vazgeçme diyerek uyanıyorum. Ben şehrime küsüp de bavullara yalnızlığımı doldururken, sen hep çalıyorsun. İsmi İ ile başlayan şehirleri, D ile başlayan kadınları ve saatleri; dört haneli sayılarla, belki üç. Ama üç benim çocuk, çünkü dengeyi kuramadığım ömrüme lazım, sen zaten çifter çifter yaşıyorsun, çifter çifter çalıyorsun, benim hep bir yanım eksik.
Kaç sınav, kaç mevsim dönümü, kaç özel gün geçirdik bilmiyorum. Her şeyi temizlemek istiyorum kalbimin temmuz yanından, ancak bazalar ardında bir çantaya doldurabiliyorum uykulu düşlerimizden kalma pijamayı, merak ettiğim bir şehrin gecesinden getirdiğin o rengi boynuma karışan taşları, ve geriye kalıp hiçbir şey olmaya yüz tutan her şeyi.
Soracak sorum yok, sadece bileklerim ağrıyor, belki de bir tokat atarak akıtmalıyım bu sızıyı siyah gözlerine, hayatın seviştiğim odalarda varlığıma attığına benzer.
Bu caddelerde kimlerle yürüdüğümü düşününce, önünden koşmam ve zaten yürüyemeyen insanların küfürlerine yapışarak düşmem daha iyiydi belki. Ne için, kimin için bunca kan. İnandığım her barışı, bütün ütopyalarımı yaktığın kibritlerle bir bir yok ederken ben hala inanıyordum temiz yerlerinin kaldığına. Oysa dünya sana dokunmuyordu benim düşlerimde, barışımı da çaldın, ve inancımı yarına, başka türlü, sevebilen insanlara.
Beni böyle yalnız, böyle imlâmı bile bozamıyorken, dudaklarıma küfür bile değdiremez halde nasıl bıraktın. Nasıl şehirsiz. Ve nasıl kadın yanımı acıtarak. Çocuk yanımı inançsız bırakarak. Bir tek mevsimler var ceplerimde, gücünün yetmediği. Başka da hiç kimsem, hiçbir şeyim yok işte, mucizem bile yok artık. Bütün sevgilerimi çürüten bir suskunlukla kaldım.
Kaç ay oldu saymadım, iki mi üç mü bu şehirde başlayalı günlere.. Sahiplik eklerinden kurtaramadığım hayatımı örümcek ağı gibi sardı benim dediklerin, nefes aldığım şehir senin, kaçtığım şehirde sesin. Unuttun mu her gece lanetler yağdırdığın özgürlük tutkumu. Niye öldürdün beni bu esaretle, niye her şeyi ucuz bir politikacı edasıyla sürdürmeye çalışıyorsun. Yak artık yazdıklarımı, en çok onları yok et, bırak, küllerini de olsa..; rüzgâr getirir, belki yarın yeniden inanarak uyanırım güne..
Ne de güçsüzüm, ne yenik ve kelimesiz. Harcayamadığım her şey için özür dilerim, harcayamadığın her şey için üzgünüm, bir şey bulabiliyorsan, cebinde boşluklar... Sokakları aşmam için bir şey vermiştin, bir onunla aştım sonra da yok ettim, gerisi için ölümünü beklemek istemiyorum, en azından her gün iyi olduğunu düşünerek avuturken hayatı, beni bundan kurtarabilirsin, lütfen zihnimden varlığını yok et, yalvarıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder