Sendendir vicdanımın çekip gitmeleri... Adının baş harfini kazıdığım rüyalardan kaçamaz oldum. Tan yeri, anason kokusu doldu bağrıma, esrik kadınlığımla gözlerine bir avuç kum üfledim... Hala yanan mum, alevsiz... Tenimin ardı mahşer yeri... Güvercinlerle haber saldım, şerbetine tuzum karıştı ölüm yıldönümü ikindisinde...
Şimdi gidiyorum, gece gözlerinden damarıma vuran şarabı yudumlarken...
Yollara düşmek... İsterdik, mevsim mevsim...
Rüyalarından kanat takıp geçmeyi düşledim sabaha karşı... Her şeye inat bağırmayı güne... Durdurmak istedim zamanı. Vagonsuz trenlerin kısa düdükleri gibi telaşlı ve öylesine...
Baharatları karıştırıp, şeker yaktığım gecelere kattım... Çocuk sevinçlerime çizgi çekemeden mürekkebini kokladım. Kolay olmadı hiçbir şey. Lunaparkın ışıkları sönmedi. İçimdeki düşmana yenilmedim, kanlı savaşlarında 'onların' ütopyasının... Sınırlarımdan damlattığım kızıl sıvıyla gönlünü öptüm. Ben öptüm, sen anlattın kelebek düşlerini... Düşlerini gökkuşaklarıyla seviştirip, yeni bir soluk gibi doğmak istedim, kanatlarımı sana çırparak...
Dudağıma denizlerden tuz, soğuk iklimlerden bir kaç fay kırığı, kırık bir kadeh kenarından silik bir kırmızı şarap yerleşti... Görmez oldu gözlerim, sana akan nehirlerin ardından ilk yazları; puslu ve nemli, güz giydim üzerime bir temmuz arifesinde... Çal istedim şarkımı, yollara düşmeden kulağıma ezgini bırak ki yollar, yol olsun diye...
Yol... Bizimkisi bir yol hikâyesi...
Ardımda kapatamadığım kapılardan taşan gölgelerle, yürüyorum, dünden daha bugün bir düş bozumuna...
Kırgınsın yasemen bahçelerinde, bileklerinde sızı ve dudağının kenarında tütün okşaması...
Bir akşam saati, yine bulut, yine yosma bir şehrin şarmuta sokaklarına, sen, ben, alevler içinde, kilitsiz... Önümüz güneş, ardımız söylenemeden kederlenmiş kelimelerden sıyrılan vicdanlarımız, bastığımız yer deniz...
Sen, ben, alevlerle, kelebek...
Öp ve anlat şimdi geceyi bana, kadife parmakların dudaklarımda...
Şimdi gidiyorum, gece gözlerinden damarıma vuran şarabı yudumlarken...
Yollara düşmek... İsterdik, mevsim mevsim...
Rüyalarından kanat takıp geçmeyi düşledim sabaha karşı... Her şeye inat bağırmayı güne... Durdurmak istedim zamanı. Vagonsuz trenlerin kısa düdükleri gibi telaşlı ve öylesine...
Baharatları karıştırıp, şeker yaktığım gecelere kattım... Çocuk sevinçlerime çizgi çekemeden mürekkebini kokladım. Kolay olmadı hiçbir şey. Lunaparkın ışıkları sönmedi. İçimdeki düşmana yenilmedim, kanlı savaşlarında 'onların' ütopyasının... Sınırlarımdan damlattığım kızıl sıvıyla gönlünü öptüm. Ben öptüm, sen anlattın kelebek düşlerini... Düşlerini gökkuşaklarıyla seviştirip, yeni bir soluk gibi doğmak istedim, kanatlarımı sana çırparak...
Dudağıma denizlerden tuz, soğuk iklimlerden bir kaç fay kırığı, kırık bir kadeh kenarından silik bir kırmızı şarap yerleşti... Görmez oldu gözlerim, sana akan nehirlerin ardından ilk yazları; puslu ve nemli, güz giydim üzerime bir temmuz arifesinde... Çal istedim şarkımı, yollara düşmeden kulağıma ezgini bırak ki yollar, yol olsun diye...
Yol... Bizimkisi bir yol hikâyesi...
Ardımda kapatamadığım kapılardan taşan gölgelerle, yürüyorum, dünden daha bugün bir düş bozumuna...
Kırgınsın yasemen bahçelerinde, bileklerinde sızı ve dudağının kenarında tütün okşaması...
Bir akşam saati, yine bulut, yine yosma bir şehrin şarmuta sokaklarına, sen, ben, alevler içinde, kilitsiz... Önümüz güneş, ardımız söylenemeden kederlenmiş kelimelerden sıyrılan vicdanlarımız, bastığımız yer deniz...
Sen, ben, alevlerle, kelebek...
Öp ve anlat şimdi geceyi bana, kadife parmakların dudaklarımda...
Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!
YanıtlaSil