9 Mart 2009

saçılan toz ve tül..

Sessizlik anlamlandırılmayı bekleyen dingin soluklar gibi…
İçimizde bastıramadığımız haykırışların rastgele dökülmesini durduramazken, sessizliğin kostümünü üzerimize geçirip, beğenilmeyi beklemeksizin kendi büyümüzle kendimizi boğan nergisler gibiyiz…

Dudağımın kenarına gelişigüzel yapıştırdığım tebessüm, karanfil acısı…
Mentolünden sıyrılamadığım kışların soğukluğunda tükenmeyen yaz dalları yarattım, tutunup mevsimden mevsime geç diye…

Gelişinin fuşya satenliğinde masallar yaldızlı, sular parıltılıydı… Suret ve gerçeği iç içe geçirdiğim varlığın ve düşün bir geniz yakan alkol maviliği…
Altına imzamı attığım kelimelerin ardında sesin, sessizliğine aşkla mühürlü…
Hayat ve ölüm arasında kalan dişi esaretin ve dişi sonsuzluğun damarımdan akan kanın yönünü saptırıyor…
Desenleyemediğim kumaşlarla çevrili gerçeğinden kopup gelen leylak yağmuru… Ve gerdanına saplı ayışığında varlığının inka
r edilemez büyüsü…
Kumru griliğinden dökülen toz pembe yıldızlar günbatımında dileklerinin kölesi şarkıların peşinde, kayıyorlar…
Kentlerin diliyle örtüşen sessiz nutukların tutkulu partnerler gibi…
Sen ve kent… Parmak uçlarımın okşadığı pürüzlü taş duvarların aralığından sana uzanan tarih, seni arayan pus…
Yok yere yazdığım kelimeler, anladım da aynadaki benimle aynı vurgun rengi kadından ötürü…

Vurgun, sus ve es…

Maviliğini tanımlayamadığım sular, içimin birikintisi… Zamanın içime çöreklediği tutku(suz) basınç… Bilinçsizce bir dışavurum senin yansımandan bana dökülen masal…
Uyandığında saat öğleden sonra bir akşam ikindisi olmayacak; akşamsefalarının sevişmeye hazırlandığı zamanlar belki…

Kalemime giydirdiğim büyülü karışımın, kalbimden avucuma damlıyor…
Sen ve kent ve taş sokaklara saçılan kırmızı mercanlar…
Bileklerinden toprağa akan bahar yağmurları ve toprak ve kadın…
Küllerimi doldurduğum kavanozları kırdığın, dalgaların dövdüğü sahiller, sen kokuyor…

Savur küllerimi; turuncu…

Ve deniz…


**fotoğraf: www.saatchi-gallery.co.uk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder