8 Nisan 2008

Direnişiyle Sevdanın...

Rüyamda lale bahçelerinde, lacivert gecenin koynunda ateşböcekleriyle rakstaydım ve yankılanan adımda, labirentlere yönlendiren buyurgan ses, iliklerime işledi… Gece oldu, gün doğmadı. Gencecikten nisan yağmurlarının diri sızısında seni aradım. Renklerimin peşinden koşarken, beyazlar arttı. Fısıldadın… “Beyazın engin halini sevmezsin…” Engin maviliğinde (D)denizlerin bir tehdit beyaza doğru. “Bir çocuktum, sevmiştim, avuçlarımda aynalar…” Aynalara yansıdığında, küçük bir kızın düşlerinden, kırık bir çift sevdiği rengin çıkartması, gözlerinden akan yaşların kaynağında, yapıştırdığı…

Uçurtmaları vurdukları seherlerde yanık ot kokusu… Ellerinden şekerleri çalınan umutlar, dizginlenemeyen bir infazın zorla tanıkları, sorgusuz sualsiz…

Demlikten tüten buhara karışan tütün kokusunda, tek zenginliğimiz mısralar şimdi… “..Biliyorum sen de mi diyeceksin/ ama akşam erken iniyor mapushaneye/ ve dışarıda delikanlı bir bahar/ seviyorum seni çıldırasıya…”

Yıldızların yorgan, toprağın döşek olduğu saatlerde mesafenin gerçeklik kabul etmediği çözümsüzlükte tartışmasız tek gerçeklik, gözlerin… Uzağı yakın, soğuğu sıcak, ölümü ömür yapan… Ecelimin kuytularından sahili döven dalgalarıma bir kısır döngü şimdi zaman. Sevda sözlerinin zafer çığlıklarıyla donatıldığı tarih çizgisinde adım adım hürriyet.. “Ne Tanrı ne devlet aşk aşk hürriyet..”

Prangalanan masallarımdaki zinciri kıran bir gökkuşağı, kalbime iliştirdiğin… Sonucunu kestiremediğim turkuaz çelişkilerde, ‘nakarat gibi yağmur’dan kalan bir miras, çakırındaki hüzün ve hüznüne temel gönül ağırlığın.. Sana meyilli baharlarımda bir imbat… Körfeze yerli coğrafyalar, karabatakların, uçuş yönündeki tahmin, ertesi günün bulutundan haberci. Göç yollarının yorgun döngüsünde körfeze çarpan alkol kokusu, dizelere muhtaç.. “Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin/ sen ülkemizin yaz geceleri gibisin/ saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında/ beni unutma/ ah saklı gülüm/ sen hem zor hem güzelsin/ şiirlerimin ılıklığında açmalısın/ sana burada veriyorum/ hayata ayrılan buseyi/ sen memleketim kadar güzelsin/ ve güzel kal…”

İsyanlarla doldurduğumuz gençliğimizin vurgun yediği sularda bir deli sevda, tıka basa renk, ağzına kadar rüzgâr, toprak ve güneş… Kalemlerin doldurduğu soluklarımızda korkusuzca ölmek eylemi, akşamsefalarına nazaran… “Şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar, yanlış bir öyküdeyim beni yeniden yaz…” Kelebeklerin saçtığı yazlarla bir mevsim kuşatması sol üst köşeye doğru…

Birlikte öğrendiğimiz yaşam, çok yönlü ama tek olan, tüm yönleriyle yaşanmadığında yaşam olmayan yaşam, renklerinin her tonunu kalbime işlediğin yaşam, sevdayla, zaferle, umutla ve daima… Daima “bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla…”…

Temmuzun kavuran sıcaklığında, sabaha karşı gözlerimin önündeki çaamşır ipiyle ve direnişiyle sevdanın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder