Uzun demiryollarının, raylara böldüğü zamanı kuşatan koyu kan rengi, beynimin kelepçeli kıvrımları ve bir kış manzarası temmuza özenen bulutların karanlığı. Yorgun savaşçıların bilinçlerine mühürlü bir çözüm yolu: İskender’in düğümü. Yavruağzı bekleyişlerin, otobüs duraklarına kilitli sabırsızlığıyla bir prangalanış sarımtırak düne. Silgilerin silemediği bir kurşundan izdi şimdi aşk. Avucumun ayasında bir gonca oyası, kurutulmuş bahar yağmurları. Yeşile çalardı düşleri ve ulaşamadığım bir yeşildi şimdi uçsuz kimliği. Yıkanıp yıkanıp ütülenmekten yorulmuş bir gömlek gibiydi tarihi, başlangıcın. Uzak şehirlerin, çıkmaz sokaklarına her daim fon olmuş bir ceset yığınının betimlenmez kışında, kedilerin söyleyemediği sesten bir “mi…”. Güneş gözlükleri ardına saklanmış hayat çizgileri. Gümrüklerini bilemediğim haritaların dehlizlerime inen coğrafyasında bir kelime bulma umudu. Karlarını eritmeyi başaramadığım yüksek dağların, tanıdık eğimlerinde bir başarısız matematik problemi oldum zamanla. Şehrin ışıklarını söndürdüğün saatti, çarşaflarda ölüm sessizliği. Beklemediğim, özlemediğim bir nota dizisiydi kulağıma fısıldadığın. Ellerinde kesikler, saçlarıma iliştirdiğin kan güllerinin dikenlerini anar. Doreden bir akrepti şimdi zaman, yelkovanı sessiz. Tükenmek bilmeyen bir yol ve yol kenarında kanat çırpışlar…
vaat ettiklerinin soluksuz büyüsünü solduran bir aralanıştı geçmişten geleceğe uzanan. Mozaikten bir aşk hikayesinin cevapsız çağrılarında uzun bir siren, sessizliğine meydan okur, başrollerin. Bir senaryo şimdi kalemime tıka basa doldurduğum. Virgülden sonrası sebepsiz… Alaturka bir desendi şimdi uzaklıkların senden bana ilettiği sessizlik. Güneş uzak kaldı ve uçulacak mekansız kaldık. Göz kapaklarımın ağırlaşan aralığında yağmura emanet bir nem. Yaşadığım şehrin kalabalığında, dolu sinema salonlarının yarıda kalan filmlerle süslediği aşk masallarına imkansız bir giriş. Metal bir soğukluk , koyu kahve çözünürlüğünde tenime değen. Berrak bir ışıltıydı zamanında dizelere inancım. Ve solmayan çiçeklere olan çocuksu bir saçmalıktı çoğu zaman, zaman. Eski bir nağmenin en güç mehtabında, yaşadığım tarifsiz çare-siz-lik. İmlâlara mecbur, dersliklerde karalamalar. Aşılamayan yolların haritalarında acemi bir korkaktım çoğu zaman. Gül kurusu bir yoksunluk şimdi kuytularımda mücevher gözlerin. Sepya bir perde çekildi zamana ve kalemimden damlayan kanların koyu eksikliği belirsizleşti zamanla. Tanrı’nın saklambacında hep ebe olduğumu öğrendiğimde oyun zamanı geçeli çok olmuştu. Bir ağıt şimdi plansız inen akşamlarda günbatımları ve çözemediğim bir düğüm, yorgun savaşçıları beklerken. Çıplak bir gecenin geometrisinde taşıyamadığım bir tenhalık. Tehditkâr hatıralarda düşlerime sinmeyen bir boğaz rüzgârı. Habersiz inen bir yağmur kuytularımda, gökyüzündeki uçurtmalara takılmanın eşiğinde. Haberin yok, detaylarını sildiğim tasarımların fırça darbelerinden. Kalın bir duvardı şimdi yitirilen cümleler, erişemediğim yıldızların emanet almak istemediğim pırıltılarına sığınan… Ve yinelenmeyecek bir karenin siyah- beyaz gölgesinde güçlü ve emin bir baskı deklanşöre…