Sonbahara aşık olmuştu, kavuniçi yapraklar arasında usuldan bir tango... Etrafa saçılan kızıl gül yaprakları kadınının kokusunda... Ayağının çizdiği bir aşk ritmindeki şiir dizeleri... Erguvanına sapladığı pembemsiliğin kokusunda bir sarhoşluk... Kendine ya da erguvanî ılıklığına saçtığı inciler... Günün birinde kulağına fısıldadı: "Eflâtun..." O yaz sonu,yıldız geçidi bittiğinde, deniz sahili döverken kulağına fısıldadı: "Sahildeyim, seni izlemeye geldim..." Baharın göbeğinde, coşkun bahar yağmurlarının büyük bir şevkle doğurduğu çiçeklerinin arasında kulağına fısıldadı: "Erguvan..."
Eflâtundan bir denizin erguvanî ılıklığında istemişti dizelerini...
Dizeler döküldü, adalara yayıldı, eylülakşamlarında günbatımı hatıraları, kokusunda akasya, arınmış bir su gibi berrak ve coşku hüküm sürerken mevsimlerde...
matematiğin karmaşık kıvrımlarından doğan bir sevda işlemiydi gizlenen... Gecenin koynunda susayan bir martı, hıçkırıklarını yıldız olarak saçan gümüş bir ay...
Saklıydım bir temmuz sabahının ilk ışıklarında, bir çamaşır ipindeki iki havlunun ıslaklığında, sabırsız bir dizenin söyleyeceği utangaç duygulara, şehirlerin birbirine dolandığı renklerde...
Hazan yaprağıydı bir salı, ömrümün. Sürüklenen bir yaprak gibiydim Kırmızı, Omayra gibiydim ayın 17'sinde Ekim'in. İçimi sıkan bir rüzgâr vardı. Oysa severdi Eflâtun rüzgârları. Kelimelere düğümlenmiş solukları sıktı zaman, boğuldum. Nefesime nefes katarken hayata es dediler Kırmızı. Soluksuz kaldım, sararmış bir defter sayfasında,kurşundan izlerle. Zamanın akıl almaz sıkıcılığında sıkıştı bugün renkler. Bilmediğim bir dilin bilmediğim kıvrımlarında yolumu arıyorum. Bugün gökyüzü ağlıyor, İzmir küstü. Orada da var mı kasım başlangıcı kavuniçi yapraklar, bulutların gözyaşları? Bugün burada deniz gri, biliyorum senin denizin hep eflâtun... Eflâtunun mora çalar, erguvanların açmıştır hep. Daha görünmedi ilkbahar, erguvanlar uyuyor buralarda. Senin gördüğün içindeki ılıklığın erguvanî rengi. Ağlıyor erguvanı, ağlıyor eflâtunun... Durduramadığım bir depremin fayında oynuyorum küllerle. Bıkmadan, usanmadan inanmaya çalışıyorum kutupyıldızına... Bugün sürükleniyorum güzün bitmemiş şarkısı gibi. Çıplak kalmaya meyilli ağaçların düşen giysileri, kavuniçi yapraklar gibi... 09.20
Sadece farklı şeyler hissettiğim, bambaşka görüntülerin zihnime yer ettiği bir dönem bu. Üniversitede yaşam, yollarda yaşam, her an farklı bir yaşam. Her yeniliğe göz ucuyla bakan bir meraklı.. Bugün hava karardı, biz vapurdan İzmir'i izledik, martılar koyu denizin üzerinde inci taneleri gibi süzüldüler, biz hayran olduk, hava karardı gün biterken biz ayrılmadan dostlukları, sevgileri, özlediklerimizi ve kuytularımızda yer edenleri bir kez daha özledik... Güldük, sustuk, durmaksızın konuşurken satır aralarını doldurmasını bekledik rüzgârın... Bir resime takılıp günü, özlemleri, aşkları, sevgileri peşine taktık... Bir resimle uzağı yakın yaptık. Bugün fotoğrafa adım attık. Bugün uzun zamandır olmadığı kadar zevkle ve şevkle bir ders dinledik. Gördük ki öğrenme isteği hala içimizde yeşeriyor. Ve hala hayat yeni olaylar, yeni sahneler, yeni oyunlar koyuyor ömrümüzün tiyatro sahnesine.. Ve biz her yeni doğan güne yine umutla başlıyoruz...
**Atilla İlhan'ın ölüm yıldönümü... Biz seni çok seviyorduk hocam...
nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının ışık içinde yüzüyor neresinden baksan gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul adım sonbahar
Sanırım sonbahar yağmurları bizi bu haftadan itibaren selamlamaya başlıyor. Hava kapalı, hava ağır. İzmir'in iklimindeyken en rahatsız edici şey bu herhalde : NEM. Hava nemli ve sıcak ama yağmur var. Ne giyeceğini, yanında ne taşıyacağını bilemeden geçirdiğimiz günlerdeyiz bu ara. Ve havanın bu ağırlığı en çok benim baş ağrılarımı azdırıyor. Ki bu gerçekten kötü, çok kötü... Kalbi kırıklar var bu sonbahar yağmurlarında bir de... Ne yapacağını bilemez, eli kolu bağlanmış sadece yüreği açık insanlar... Ve sokakta uyuyan, başka hayatların başka köşelerinde kediler... Renkler gizleniyor yavaş yavaş, hava kararırken... Ve sıradaki parça kızıllığına kızıl katarak geceye meydan okuyan dansıylakırmızıya gelsin...
hiçbir neden yokken, ya da biz bilmezken tepemiz atmış ve konuşmuşuzdur... ONCA NEDEN VARKEN VE TAM SIRASI GELMİŞKEN HİÇBİR ŞEY YAPMAMIŞ VE SUSMUŞUZDUR... AYNI ANDA AYNI SESSİZ GECEYE DOĞRU İÇİM SIKILIYOR DEMİŞİZDİR AYNI SABAHA UYANIRKEN KİMBİLİR AYNI DÜŞÜ GÖRMÜŞÜZDÜR. olamaz mı? olabilir.
ONCA YIL SEN BURADA ONCA YIL BEN BURADA YOLLARIMIZ HİÇ KESİŞMEMİŞ ŞU EYLÜL AKŞAMI DIŞINDA
belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa senin cebine girmiştir belki aynı posta kutusuna, değişik zamanlarda da olsa, birkaç mektup atmışızdır AYIN KARPUZ DİLİMİ GİBİ BATIŞINI İZLEMİŞİZDİR DENİZ KIYISINDA aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede belki de birkaç gün arayla olamaz mı? olabilir.
ONCA YIL SEN BURADA ONCA YIL BEN BURADA YOLLARIMIZ HİÇ KESİŞMEMİŞ ŞU EYLÜL AKŞAMI DIŞINDA.
bostancı dolmuş kuyruğunda sen başta ben en sonda öylece beklemişizdir... SABAH 7.30 VAPURUNA SEN KOŞA KOŞA YETİŞİRKEN, BEN YÜRÜDÜĞÜMDEN KAÇIRMIŞIMDIR... aynı anda başka insanlara, seni seviyorum demişizdir.... mutlak güven duygusuyla başımızı başka omuzlara dayamışızdır olamaz mı? olabilir.
ONCA YIL SEN BURADA ONCA YIL BEN BURADA YOLLARIMIZ KESİŞMEMİŞ ŞU EYLÜL AKŞAMI DIŞINDA...