4 Ağustos 2006

28 Temmuz 2006

/...aynalardan kaçarken ne kadar acı özlenmeyi beklemek.../ ...geveze susuşlarını bile özledim.../

Bir pergelin iki koluna bağlıydık. Sen etrafımda dönen, kimi zaman sokulan kimi zamansa, zamanın ötelere fırlattığı bir koyu yoğunluk... Bir çemberin tam göbeğindeydim. Senin tam sol yukarında, vücudunun orta yerindeydim. Düşlere sığan bir çemberin mesafesindeki tek gerçeklikti yarattığın noktalar kümesi. Maskelerin düştüğü, kanıtlanabilir bir matematik probleminin çözümüydük. Oldu. Pişman oldu. Ve mutlu. Ve dost. Ve mavi. Kör bir aydınlığın kavuniçi kuytularına kaçıyordu güven. Sen. Siz. Sensiz. Yanında duran iskemlenin altına kaçmıştı şans. Şan. Şöhret. Ve es. Şans. Yorgundur belki biz-lik. Yorgundur sen-siz-lik. Çaydanlığın demliğindeydi kızıl. Sen dem, ben suyun. Kızıla eklenen şeffaf. Bir kütüphane hayır 'kitap dolu bir oda, şömineli' böyle demişti Edgar ya da uçlu kalemin bir darbesindeki renk cümbüşü. Korku filmlerinden kaçan ama kabusun göbeğinde yaşayan, fantastik kitaplar okuyup, sadece pencereden bakma cesareti gösteren bir sarıydı hayat. Sağımda mecburiyet solumda mecburiyetsizlik, önüm arkam eflâtun. Saklanmayan yeşile dönük bir çayır. Gözyaşın yok olmuş. İnançsızlık mıydı perde arasından gözüme giren, sarıdan beyaza çalan ışık?! Bir manastırda kapalıydı bazen, sana dokunan kokular... Kağıdın bitişine yakın bir hıçkırık...

/...içimden şehirler geçiyor her durakta duruyor inmiyorsun.../

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder