17 Ağustos 2015

sabina*


Rüya değildi. Rüya olsa öyle güzel olmazdı. Rüyaların hiçbirine girmek istemem. Bedenimi kaplamadığı gibi, zihnimin tüm aralıklarından sızıp, her noktasını iltihaplı bir uyuşuklukla doldurur. Bir güzellik tanımı değil benim için rüya. Kâbuslardan söz dahi etmiyorum. Kalbimle bilincim arasında ne oluyor pek kestirmeme imkân tanımayan bir elektrik kesintisi: Uyku yarası. Öpülemeyen sızı. Doldurulamayan yalnızlık.

Hayır, kesinlikle rüya değildi. Ayağım yere basmıyordu ve evet, yine bilincimle tarifini yapamadığım bir ilişki içerisindeydik, ama kanım... Tüm iliklerime ulaşıp, kendini geri toplayan, adeta nabzımdan fışkıran.. 

Bir müzik hatırlamıyorum. Müziğin kendisini içe almak sağırlaştırıyordur belki kişiyi. Ya da öyle çok dinledim ki, içimde sonsuz kere sürüp giden nakaratlardan soluksuz fon oldu, duymadım. Ama dediğim gibi, müziği içe almak denilen bir şey var. Bilmiyordum. Damar damar notalaşan bir akış mümkün. müş. Öğrendim.

Sabahları birbirine benzeyen ama kendini ezberletmeyen o kapıyı çekme sesinde, bir rüyada olmadığımın bilincinde değildim. Çünkü "gitmek" bir rüya olabilir. O kadar güzel bir eylem olmadığına göre...

Sahip olduğum, gözle görünen ne kadar şey varsa, muhtemelen birbirinin içine karışmış, renkleri buğulanmış, yorgun ama olması gerektiği gibi görünüyordu. Olması gerektiği gibi değil. Olması güzel olur gibi. Olunca insanı güzelleştirir gibi. Hiçbir seferinde, aynaya hiçbir bakışta tatmin etmeyen o görüntüye o sabah ulaştığımdan emindim. Dağılarak tamamlanmak diye bir şey varsa, o. Yoksa, yine o.

Gerçek ve tatsız ve zor bir rengin eşlik etmesi dahi yormadı o baş dönmesini. İnsan, olacaksa böyle sarhoş olmalıydı. Sanki bir yankesicinin çakısına kanını bırakmış da "İyi ki böyle, en güzel hissettiğim halimle ölüyorum." der gibi. Yani hayat da, gece de, semt de, hatırladığım tüm pencereler, fesleğenler ve diğer kokular da, sabahın caddedeki zerzevat uğultusu da, lavaboya dağılan endişe de, her şey öyle gerçekti, ama ismim kadar giyindiğim o saat aralığı hepsini yok edecek kadar daha da gerçekti ki... 

Unutuşun bile silemediği hissedişler var. Zihnin perdesine inat görünen çıplaklıklar var. Örtülemeyen sınırlar, sınırı olmayan mesafesizlikler, zamana yenilmeyen göz hamleleri var.

Bu bir rüya değildi.

Hayatta oluşu oluk oluk kabullenmek, belki de çok az kere olabilecek bir kabullenme arzusuydu. Tutkuydu.

Bak. Bu gerçekti. Tanığı olan, zaman aşımına düşmeyecek bir şeydi. Aleni bir sır. Aramızda bütün varlığıyla kendini inşa etmiş, bir o kadar dokunulmaz...

Görkemli bir şeydi. Kendiliğinden olanın ihtişamı. Zamansızlığın mükemmel kurulumu. Bekleyip de gelmeyenin lanetinin kırılımı. Sığamayan taşkın bir şeyden söz ediyorum.

Hayır, bu kesinlikle bir rüya değildi.

6 yorum:

  1. Adsız5:28 ÖS

    Heyecan verici bir son. Bir "devrim" anı tasviri gibi. Kim bilir?.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki son, belki başlangıç, belki de... Kim bilir?..

      Sil
    2. Adsız8:36 ÖS

      Belki bir fark yok aralarında. Bir şeyin bitişi öbürünün başlangıcı. Ve ikisinin de gerçek olması.

      Sil
    3. Bir şeyle öbür şey arasında fark olabiliyor ama...?

      Sil
  2. Adsız7:04 ÖS

    Şüphesiz.. Fark vardır. Ama bir "ara" hep kafamı kurcalar benim. Biri biterken aslında tam bitmez, öbürü başlarken tam başlayamaz. Sanki ikisinden de hep(?) vardır bir süre. Bir karmaşa, sanki bir buhran? Çok dağıldı değil mi? Tarihin tekerrür ettiğine inanır mısınız?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karmaşa veya buhran mı tam o "aradalık" bilmiyorum, ama bitiş ve başlangıçların kesin çizgileri olmadığı konusunda hemfikirim. Tarihin tekrar ettiğine..; koşuldan koşula.. Kendi kişisel tarihimde, hayır inanmam.

      Sil