"kadını dalga sesinden dokumuşlardı
ay ışıklı ve kumsallı kırılıyordu..."
Çok uzak bir zamandan çıkıp geldi. Bana sorulsa kenarları kalkmış, sararık bir fotoğraf gibi derdim. Ama ona sorulduğunda kanlı canlı, içerisinden en görkemli renklerin fışkırdığı yazdan kalma manzaralar anlatıyor.
Yıllar sayılmış, ceplere konulmuş, sonra birer misket halinde güneşe tutulmuş ve şimdi toprağa saçılma vakti gelmiş.
Bir zaman hikâyesinde kendime yer edinmeyi düşünmeyişimden midir bilinmez, ben çok şaşırdım.
Kendimi yedi sene öncesinin bir yerinden çekip çıkartacak mecalim var mıydı bilmiyorum, düşünemedim bunu ama, hafızam sahici bir kırılma yaşıyor akrep ve yelkovan arasında.
Ansızın.
Çok beklenilmiş beni bu sulara atmak için. Bütün cümleler biriktirilmiş. Benim unuttuğum tarihlerin hepsi tekrar tekrar yazılmış bir yerde. O kadar kalıcı noktalar konulmuş ki aralarına, hafızamın tozuna utanmaktan kendimi alamıyorum.
Cam göbeği suları severdim diye gitmeme inanamamış insanlar varmış geride bir tarihte.
Veya yağmurların ardından parklara çıkıp salyangoz sevişlerimi aklının bir kenarına işlemiş.
Ne ismimi, ne cismimi, ne sözcüklerimi ne de belirtili nesnelerimi unutmuş insanlar.
Kendi aldığım hediyeyi anımsayamazken, kıyılardan toplama taşlara ev anahtarlarını takmışlar da yaz yaz saklamışlar.
Rembrandt dedi sonra. Yine utandım. Öyle bir deftermiş verdiğim. Denize atılmış ardımdan. Belki de o suyun dibine takılı kalmıştır yaram.
Bu araftaki hal, olamadığım bir denizin ağırlığının dibe çöküşündendir belki.
Her şey ne kadar eski ve ne kadar da yeni.
Tüm bunlar çok çocuktu oysa.
Yedi değil üç sene geriye dönüp de baktığımda, ki bakamıyorum ancak durakalırım, yine mi çocuk manzara, yine mi oyun parkı diye sormadan edemiyorum. Değil gibi oradan buraya taşıdığım kırık deniz kabukları. Bağlanmayan yaralar, bir kadının. Onu biliyorum.
Tükettiğim cümlelerin ardından gece üç sessizliği düşüyor ya güncel tarihime, onun kumu bu kalbimden dökülmeyen.
İnsanları yıllar değiştirmiyor.
Değiştirmiyormuş, yeni öğrendim.
Kırık cümlelere aşık olmamın tarihi çok eskiden.
Kırılırız, kırılırız da üçe beşe yediye bakmadan, biriktiğimizden haberimiz olsa eksilmelerimiz şiirliğince güzelleşirdi belki..
Zaman geçiyor.
Kalmışım yitip gitmeler arasında, bir yerlerde, bir sahillerde, bir semt adına ilişebilmişim, yanlış anlamışım bazen, sesime hakim olamadığım yerde kırıldığım sessizliğe yeniden batmışım, ama mişler ve mışlar. Ve iyelik ekleri.
Hepsini ben yürüdüm.
Unuta unuta, adım adım.
Saklayabildikleri de var. Zihnimin değil kalbimin.
Bir vapurda bir an bıraktığım bir elin kırgınlığını unutmadım. Bir yatağın penceresinden gördüğüm o ağacın altında ağlayışımı da unutmadım. Çantamdaki zarfın içinde kalbime bahar bahar dökülen o dörtlüğü de unutmadım. Ne o sonsuz siyahlığında gecenin çim yeşilinin ve sırtımdaki kışın ne de o trafik lambasındaki uzunluğunu kırmızının. Okul bahçesindeki o bankta bana anlatılanları, nehir boyu mutluluğumun ıhlamur kokusunu unutmadım, unutmadım.
Unuttuğum şeyleri affetmesini istediğim insanlar var.
Affedilmek bir ömrü öpen tek şey çünkü.
Öpmesini istediğim insanlar var.
thanks
YanıtlaSil