Ayaklarımızla ezdiğimiz beyazlık bile affedecek çiğnenişi, baharları getirecek toprağı çatlatıp filiz veren büyüyüşle. Her şey kendisini bunca yenilerken o, kuytuda nazlanan kuru gül yaprağının rengi değişecek. Ciltli kitapların yaprakları arasında un ufak olana dek çırpınacak bir hatıra olarak kalabilmek için...
Rüzgârlar doluyor kış pencerelerinin aralıklarından, kuşsuz bir mevsim bu. Göç yollarının çoktan izini kaybettirdiği, gurbet olmuş bir gökyüzü dilimi.. Kanatlanan ne varsa turnalara özeniyor nehrin üzerinde.. Türkü türkü dökülüyor dönüş hikâyeleri kanatlarından. Çocukluğun dağlarında kıpkırmızı gelinciklerin açtığını duyunca, dallarına da bahar geleceğinin müjdesi var bu donda gelinlik giyen ağaçlarda.. İçimiz mevsim atarken üzerinden kat kat, bir yenisinin öpücüğünü bekleyen yanımız alev alev, ten hep yanıyor; soğuktan ve sıcaktan ve ıslanmaktan ve yaprak döküşlerden... Eski bir şarkıdaki, hazan sesli kadının artık yollara ağlamayacağını söylerkenki buğusu, turnaların kanatlarından ev yapıyor gibi, yollara ancak öyle ağlanmaz sanki... Her gün, temize çekiyor kendisini. Şehir, utangaç bir kız çocuğundan, cüretkâr bir kadına dönüşüyor turnaları beklerken. Üzerindeki fazlalıkları bahar yağmurlarıyla atıp, temmuzlarda bozkırıyla alevlenen kumsallarına uzanacak sere serpe. Yollara ağlanmayacak kuşlar artık üşümediğinde, göçün yolları eve çıkmaya başladıkça...
Turnaların kanadına takılmış bir yol masalında...
22.02.2012- ibf*
*resim: Audrey Kawasaki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder