4 Mart 2009


Senden dolayı... Attığım her adım, yüzümü delik deşik eden gözler, paylaşmanın kaybediş olduğunu düşündüğüm düşler, dünler ve yarınlar... Ve biliyorum, senden dolayı... Varlığıma yüklediğim anlam, adımdaki asalet, dünyaya biçtiğim kostüm, müzikle kalemin seviştiği; zirve... Uykularımı zorlayan renkler ve şehirlerin kanatları altında hazır ola duruyorum çoğu zaman. Zaman derken, akrep ve yelkovandan bağımsız, senin güneş saatinle işleyen bir kavram olarak 'zaman'... Dudaklarıma gelmeden, dişlerimle zor bela yakaladığım haykırışlarımda birkaç tutku var; beyaz, siyah, kırmızı; kağıt, mürekkep, kan... Kalbime karışan kelimeler var ve beynime dolanan duygular... Sağıma ve soluma çizilen çizgilerin çok ötesinde bir varoluş-sun... Duyuyorum, hava karardığında ayışığı yıldızlar arasından akarken, iri gözlerinin pınarından ruhuna akan gümüş ve tuzlu suyun, hayat denilen gece ve gündüze bir yakarış olduğunu... Dehlizlerine acıyarak inen güz ve zamanda zambaklar açtırmaya hazırlanmışken kendini, kelepçelerin arasından görünen süt beyazı teninde morluk ve kızarıklıklar... Görüyorum, elmacık kemiklerinden köprücük kemiklerine kadar olan mesafeden ruhunun yazdığı yaşamı... Biliyorum, şah damarına demirlediğin anamorfik düşleri... Kokluyorum, parmaklarının sıkça uzanıp, rüzgârın dağıttığı, savruk yalnızlığı düzeltişini... Tadıyorum, en yorgun ikliminden kopup gelen çilek kırmızısını... Soluyorum, sana en yakın dünden geçen yarını... Göz kapaklarıma inen ağırlıktan bakıyorum rüyalara ve kabuslara... Uyandığım gece hep 03.00 ve uyuduğum gün belirsiz bir kısır döngüde kendi nakaratını yazıyor... Yağmur iniyor saçlarına ve gerçeğin kar, düşün güneş... Birbirine çarpa çarpa koşan iki tutku.. İki mevsim... İki coğrafya... Güzelliğini görmeyen aynalar ne fısıldıyor sana? Saçlarının ve teninin vakurluğuna iliştirilmeyen yaz güllerine saplı baharlar var ve herkes yarım kalmış cümleler gibi... Kimsenin bakışlarının aydınlatamadığı simgesel düzende, sen varsın... Tüm çıplaklığın ve tüm gizeminle ve tüm özgürlüğünle...
Cesaret gerektiren ışıklarından kaçınan birkaç mısradan biri olamadım... Korkamadım, ürkemedim mucizlerden... İnançsızlığımı yaydığım zamana sığdıramadım seni... Kalemimin dilini mühürleyemedim... Şehri susturamadım, rüzgârın çaldığı ıslıktan müziğini çıkaramadım. Çabalamadım sensizliğe, kelimeleri öksüz ve yetim bırakamadım... Birkaç soluktan birini seçip de allayıp pullayamadım, maskın ardındaki bir çift gözü...Yeni doğmuş bebek gibi ve ölüm döşeğindeki hasta gibi çaresiz ve tüm ayrıntıların çıplaklığıyla ve her şeyin ötesinde derin bir 'hayat' tutkusuyla dokundum en derinindeki özgür çığlığa... Ve yaşıyorum, dua gibi karşımda katmerlenen alevini ve yağmurunu... Ayazımda biten kızıl bir gonca gibi(sin)...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder