Hazan yaprağıydı bir salı, ömrümün. Sürüklenen bir yaprak gibiydim Kırmızı, Omayra gibiydim ayın 17'sinde Ekim'in. İçimi sıkan bir rüzgâr vardı. Oysa severdi Eflâtun rüzgârları. Kelimelere düğümlenmiş solukları sıktı zaman, boğuldum. Nefesime nefes katarken hayata es dediler Kırmızı. Soluksuz kaldım, sararmış bir defter sayfasında,kurşundan izlerle. Zamanın akıl almaz sıkıcılığında sıkıştı bugün renkler. Bilmediğim bir dilin bilmediğim kıvrımlarında yolumu arıyorum. Bugün gökyüzü ağlıyor, İzmir küstü. Orada da var mı kasım başlangıcı kavuniçi yapraklar, bulutların gözyaşları? Bugün burada deniz gri, biliyorum senin denizin hep eflâtun... Eflâtunun mora çalar, erguvanların açmıştır hep. Daha görünmedi ilkbahar, erguvanlar uyuyor buralarda. Senin gördüğün içindeki ılıklığın erguvanî rengi. Ağlıyor erguvanı, ağlıyor eflâtunun... Durduramadığım bir depremin fayında oynuyorum küllerle. Bıkmadan, usanmadan inanmaya çalışıyorum kutupyıldızına... Bugün sürükleniyorum güzün bitmemiş şarkısı gibi. Çıplak kalmaya meyilli ağaçların düşen giysileri, kavuniçi yapraklar gibi...
09.20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder