Ne kalmış geriye çakıl taşlarından
sadece bejden kahveye dönük hafiften bir ıslık..
tanınmayan bir silüette yansıyan çakıl burukluk sustu gecede..
ben kaldım geride, sen kalmadın, bittin, küllerin saçıldı ay dolu kadehin ağzına...
ben tuttum uçurtmayı, sen kayboldun rüzgârın çığlıklarında...
serde erkeklik var deyip çakılına çakıl kattın beyazın..
susamış kuşlar, yol veren olsa uzak diyarların uçsuz bucaksız sularına kanat çırpacaklar ama yok. Yoluna yol katmış dağlar, sularından su çekmişler. Geride, çırpılacak kanatlarda gözyaşları kalmış...
ay güldü geçen gece biliyor musun? Güldü sana. Ona verdiğin sırlar dökülmüş göğe, yıldızlar kapıp koklamış, kimbilir beğenmişlerdir belki içine teptiğin sihirli yaldızların kokularını... Ne vardı onlarda biliyor musun? Defne kokusu.. Anlatmıştım sana..
Küsmüş şehir bana. Sadece susuyor karşımda. Her sabah deniz sırtını dönüyor artık. Çünkü artık dalgaları, çalkantıları görmeme gerek yokmuş. Durulman lazım, dedi bana. Başka denizler de küsmüş müdür bana? Bir zamanlar deniz içine alırdı denizleri. Peri masallarına saklanmış aşkları taşırırdı hıçkırıklarında. Döndü sırtını deniz.. Kızıllığın ortasında yalnızlık belirdi. Ufuğa baktığımda bir kaç karanfil belirir kırmızıdan, sus dedi kokusu, karanfillerini tüketme yeni doğan güne başlarken, pembeden kırmızıya çalarken, yanık yanık kokarken katar gününe seni, sevdanı, şehrini, denizini, her parçanı, soldurma karanfillerini...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder