Bir yere gitmek. Ömrün kıtalarına yer değiştirmek. Mevsimler ters yüz. Hiç yaşanmamış bir temmuz bu. Hiç bitmeyecek gibi duran, sakin bir sızısı var. Bir yandan da kavurmuyor ilk kez sıcağı; sürekli bir yaz akşamını giyinmiş gibi. Sürekli günleri çıkarıyor üzerinden, kavrukluğu soyunuyor, rüzgârda kalıyor ama üşümüyor.
Her şey yer değiştiriyor. Yaşlar, anlamlar, hareketler. Ve bu değişimin geveze susuşunda bir şeyler büyüyor. Hissediyorum; iyi şeyler ve kötü şeyler. Bunlar ne zaman bu kadar el ele tutuşsa, "Nasılsa aydınlanır bir yerden, geçer gider" diyorum ama bir şey; en büyüğü, en derine oyuğunu açıyor ve hiçbir aydınlığı uzun uzun yettiremiyor kendine.
"Aklım karışık" diyor. Bir cevabım yok. Düğümleri çözecek kadar keskin de değilim, net de. Herkesin dolaşıklığıma değmekten dahi kaçındığı yerde oturmuş başka hayatların Gordion düğümlerini açmaya çalışıyorum.
Zamanı saymayı bıraktım. Bir şeyler beklediğimi unuttum. İstemekten vazgeçtim. Bunların hepsini birer birer aştım. Bir yerde takıldım. Her şey hesaptayken ve sadece bir şey hiç değilken. Bir hayatı ilk kez birlikte oldurmak için göze aldığım, alabildiğim yolda çok yönsüz kaldım. Bırakmak, bırakılmak, yalnız kalmak; bunlar değil. Bir evin, bir şehrin, bir hayatın ortasında kimsesizleşmek. Kendi sesinden sağır olmak. Planlayacak koca bir geleceğe ve hiç yarına düşmek.
Bir yandan da mevsimle birlikte hayata katılışını taçlandıran nefesler bulmak, ama o tacı başına takamamak. Ağır çekimde bir çelme gibi. Takılıyorsun, düşeceksin ve canın yanacak, ama nasıl şanslısın ki düşmüyorsun da, seni tutan bir şey var. Ama takıldın, açın da değişti bir yandan. Şans kavramını biçimlendiren bir sakatlık.
Bütün varlığım sadece kendini geziyor. Kendine çarpıyor. Her şey içimden çıktı da, bir tek, salt dışarıdan görünen kadar kaldım sanki. İçimdeki şey boşluk yankısı gibi. İyi şeylerin sarmalayışına cevap vermek isteyen ama kötü şeylerle sürekli daha da üşüyüp daha da sarmalanmak isteyen, bağıran ama duyulmayan, susan ama yankılanan.
Korkuyorum.
Birbirlerini devirmelerinden. Öyle zarifçe, kendiliğinden, bir kutlama gibi gelen şeylerin kuyuma düşmesinden. O karanlığın büyümesinden. Bildiğim dünleri acıta acıta çiğneyip yutmasından. Bir ovada kapalı kalmaktan, bir ovayı içime hapsetmekten.
Boşluklarımın ağrımasından.
Dolduramamaktan.
Dolu olan ne varsa, kendini böyle oluk oluk boşaltmaya devam etmesinden.
Yeni kelimeler bulmama yetecek kadar yenileyememekten için tezgâhlarını.
Sevdiğin rengin ölmesi gibi bir şey sanırım bu.
Bu temmuz niye bu kadar devirgen ama kurmaya da meyleden.. Ve neden böyle kaya gibi düşmüşken, bir yandan da durmayan sulara baraj olmak ister gibi?
Birikemiyorum, yağamıyorum, ne oluyorsa olmuyor gibi, ne olmuyorsa altında eziliyorum gibi.
Biliyorum.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Umutsuzluğun umudu diyebilir miyiz buna? Karanlık her şeyi değiştirsin, yeter ki her şey değişsin mi?
YanıtlaSilDeğişimin kendisinde olmanın hareketsizliği. Bir anın bir parçası olmanın o yere "henüz" basmamış halinde takılı kalma durumu. Bir şey olsun, bitsin'den ziyade, oluş veya bekleyiş sürecindeki nefeslerin evrildiği yerlerin ne olacağı.
YanıtlaSilZamansızlığın zamanında bir bekleme hali bu anladığım. Kendiliğinden, bir gün gerçekleşecek o anı beklemenin 'hareketsizliği 'içinde bekleme?..
SilHer an, zamansızlığın zamanında yer almıyor mu? Her an, bir yandan bekleyişin hareketsizliğini, bir yandan da o bekleyiş içerisinde gerçekleşen şeyleri kapsamıyor mu? Bir günü, özel bir anı bekleyerek, durumdan olaya evrilmek değil. Her anda olmak. Bekleyiş anının kendisi olmak belki de. Bunun kendi devingenliği.
SilGüzel açıklama... Zamansızlığın zamanında bir paylaşma/tartışma hali... Beklediğimiz o anlarda bulunmak, belki karşılaşmak, bir sonraki gönderimi okuyabilmek dileklerimle... Teşekkürler
YanıtlaSil