Saman balyalarını bağladığım tarlanın kuzeyine düşen az ilerideki alçak bir tepede başladı her şey. Bu tepede kendi kaderine bırakılmış üç armut ağacı vardı, ikisi yapraklarla kaplı, biriyse grileşmiş gövdesiyle çıplak ve ölüydü. Arkalarında kocaman, ak bulutlu mavi bir gökyüzü vardı.
Daha önce hiç dikkatimi çekmemiş bu küçük görüntü, birden gözüme çarpıp mutlu etti beni. Sokakta yürürken görülebilecek tanımadık, hatta hiç çekici olmayan, ama bir nedenle, yaşanan bir hayatı sergilediği için belki, insana hoş gelen bir yüz görmüş gibi olmuştum.
Hemen sonra izlendiğim duygusuna kapıldım. Bir an, tepede bir insan durduğunu, ya da bir çocuğun armut ağaçlarından birine tırmandığını sandım. Ölü ağaç, iki canlı ağacın arasında öyle duruyordu. Ortada kimsecikler yoktu.
Bir insan bir hayvanı ürküttüğünde ya da tam tersi olduğunda, bakışların izlediği yol bir an öteki şeylerin hepsini dışlar. Şöyle ki, olay bir hayvan ve bir insan arasındaysa, ortada genellikle bir var olma eşitliği vardır. Oysa bu kez bir eşitsizlik olduğunu seziyordum. Yani beni izleyen manzara parçasından daha az var oluyordum...
Seninle karşılaşıncaya kadar gerçekleşmekte olan bu değişimi adlandırmaktan acizdim. Bugün ilerlemiş yaşımda koyduğum ad ise; aşkın içe işleyişi.
Her şey bir akıntıya kapılmıştı. O üç armut ağacı, o alçak tepe, vadinin öbür ucu, biçilmiş tarlalar, orman. Dağlar daha yüksek, ağaçlar ve tarlalar daha yakındı. Görülebilir her şey bana yaklaşıyordu. Daha doğrusu her şey durmuş olduğum yere sürükleniyordu, çünkü ben artık orada değildim. Her yerdeydim, vadinin karşısındaki ormanda olduğum kadar ölü ağacın içinde, dağ yakasında olduğum kadar saman balyalarını bağladığım tarladaydım.
John Berger- Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder