"..Denizin dudaklarıma değen sesi...
Şehirlerin aman vermediği bir kadınım şimdi... Sana dönmemin bile ayrılık olduğu bir vadide, kanatlarına çarparak eriyen el sallayışlarıyım.
Bu gölge yüzün için ne kadar ne kadar da gerçek. Beş gün beş gecedir yanan vücudumu gözetleyen balıklara, imkansız olan aşkımızı anlatıyorum. Beş gün beş gecedir, seni ve kestane ağaçlarını düşünüyorum.
Rüzgara güldüğü için ölen bir kelebeğin çırpınışına karışıyor telefondaki sesim. Acılar yakınlaştırır bizi, kurtulmak istemem onlardan. Belki de yitirdim yüzümde yerine konulmaz bir şeyi. Solgun durursam eğ başını ellerime. Aptalca olduğunu bile bile, durmadan gitmek zorundayım diyen ve seni seviyorumlar kadar acımasız yazacaklarım. Ama gitmek zorundayım ve yeterince üzgün olamayacaksın.
Ben sadece vaatlerle dolu bir kadınım. Uzaklıklarsa sahip olduğum tek şey. Hoşça kal demek için öpersen, gökyüzünün bana doğru düştüğünü hissedersin. Ve son bir düş için seni mahkum edebilirim sayfalarımda yaşamaya...
Bak, yavaşça dönüyorum görünmeyen köprülerin ayaklarını inşa ederken. Ben mevsimleri birbirine katan rüzgarım. Bir kadınım, tek başına kayabileceği batı dalgalarını bekleyen.
Yoksa çok mu erkendi sığınmam bu kuytu limana. Hep yalnız titreyen bu kadına ne verebilirsin ki!.. Ruhum yazdıklarıma yenik düşüyor, yırtıp atamıyorum onları. Sadece seni sevmiş olabilirim...
Aldıklarının yerine şapkalarını bırakıp kaybolan bir hırsızım. Aşk her zaman ele vermiştir beni. Şimdi nasıl itiraf etmeli, beş gün beş gecedir gömleğine sarılıp uyuduğumu, yakasına yapıştığım bir rüyayı nasıl kendim yaptığımı... Yine susturmalıyım kalbimin kalabalığını, hep anılarla sevişiyorum. Şu an senin olabilir miyim…
Saçlarınla oynayacağım, dudaklarımı çenene dayayacağım ve bana sarılacağın sessiz bir
Bu yatak, serin okyanus ürpertisini andırırken iç çekişleriyle dokundu. Nazik ve kırılgan kürenin kristalleştirdiği o kalbi kollarınla sarman için. Çünkü kazananlar ve kaybedenler yer değiştirmek zorunda. Çünkü, her an vazgeçebilirim senden…
Ben, hep bağışlanmak isteyen kadın. Bir gün beni bağışlarsın diye…
Siyah eteklerimi gökyüzüne aralayan rüzgar… Seni o ağaçların altında ne çok seviyorum. Saçlarım, ağlamaktan şişen gözlerim, topladığım kestanelerle irileşen ceplerim… Ahh, seni tanımıyordum bir zaman. Aşk için kestane ağaçlarına tapınan bir çocuktum. Titreyen kalbini sarıp koruyacak tılsımı araya durayım, sen koşarak gitmeye devam edeceksin!.. Son kez, bir daha diyerek döndüm ölü kuşlar evine. Bin kez yalanladım yazdıklarımı, yaşadıklarımı… Biliyorsun bir tek sen bilebilirdin zaten, hep haklı ama suçlu çıktığımı…
Koşuyorum, çantamda bir tek oyuncak trenim var. Sakin bir açıklıktan izliyorum her hareketini; uzaktasın ama yüzünü seçebiliyorum. Alt dudağını ısırışını, dudaklarıma yaklaşırken göğsümün sol yanına, denizlerin ortasına düşüşünü… İnsanlar bir gün beni sana yazdığım için cezalandıracak. Serin bir deniz gibi çarşaflara uzandığım yatağı, içine çekildiğim uykuyu ve tüm gecelerimi yazdığım için…
Durup, uzayan vadiye bakıyorsun. Belki de anladın izlendiğini; hoşuna gitti, gülüyorsun… “ Her şeyi unutabiliriz ama kestane ağaçlarını asla” diyen bir şarkı dinliyoruz.
Bir gün beni sevmekten vazgeçersen, arzularını gözlerinin yalımlı çevresine atmaktan vazgeçersen; titreyen sesinle “ben sensiz ne yapacağım” dersen, çantamdaki trenin sesini duymaya çalış. İkimize ait olan tüm bu sesleri içine al ve denize git!..
Hep.
Sisli bir gecenin ardından koşturuyor gözlerin. İleriyi görmekte zorlanıyorsun. Tenimde su perisi var. Ansızın öfkelenebilir, beyazlaşabilir vadiler. Peki o zaman aşka ve geceye kim inanacak!.. Gözlerimi yumuyorum, ya ölürsen; ölürsen geceye ve bana kim inanacak…"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder