Geometrisini, cebimizde buruşan fişlere benzettiğimiz iki kalp arası yolda eflâtun bir haber bekler gibi saatimin yelkovanı… Söz geçiremediğim mevsimler birbirini kovalıyor ve yetişemiyorum renkten renge kostümlere bürünen dallarına selvilerin…
Dudağımın kenarına iliştirilen cılız ve akortsuz ıslıkta seni anmaya başlayalı ki doksan iki
Zeytin ağaçları altında dinlediğim ege masallarında, ağzıma çalınan börülce salatasının tadında ve burnumdaki biberiye kokusunda…
Küçük bir kızken babamla her
Kalemimi dolayan tebessümünde ‘zafer benim’ hissi…
Zormuş be güzelim! Dağları aşıp, gölleri geçmek… Tütün kokulu anıları sırtlayıp, mevsimleri beklemek. Zormuş… Kendini saklamak, geceleri gündüz etmek… Sabretmek, sabretmek, tükenmeden sabretmek… Kağıt kokusunda, kalemin kurşundan izlerinde susmak…
Yeşilliklerin için kırmızıyı görebilmek için tutundum tarçından naneye uzanan gönlüne… Yaşadığım tüm karnavallara inat bir cümbüş başlattın kuytularımda… Dehlizlerime inen sevda sözlerinde sana teslimiyet… Sana tutundum baharlarını yazlarıma gebe et diye… Güzlerle kat istedim kakaolu düşlerini yarı buruk tebessümüme…
“Unutmak” demişti yol göstericim… “Unutmak, inanalar için Tanrı’nın, inanmayanlar için doğanın en büyük hediyesidir…” Unuttun karanlıklarımı… Meşaledeki aydınlığı savurdun beklemekten yorulmadığım mucizemin üzerine…
Sevdim seni çocuk! Üç yıl iki ay bir gün…Durmaksızın sevdim… Tüketilen ve yara açan her kelimeye rağmen soldurmadım saçlarıma iliştirdiğin gülleri…
Uzandım yemyeşil kırlara ve güvercinleri ve martıları ve gösterisine başlamaya hazırlanan ayı izledim. Ve gördüm. Gerdanıma vuran boğaz rüzgârında, kalbine yerleştirdiğin kutupyıldızını gördüm…
Güvercin izleri yitmeden, gökkuşağı gitmeden, masalım bitmeden, soluğumu soluğuna, kutupyıldızına nazır, Ege’nin incisinin kollarında, bıraktım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder