Duvarlara yaslandım, düşledim sabahlarını bu yorgun, intihar gecelerinin… Tan vakti döşeğinde, düşman gecenin koynunda paslanan kabusları çocukların… Dişli rüzgârların ısırdığı masallarına sızan kanda, bekleyiş aydınlığı…Sahili döven her dalganın şiddetine yüklenen bir hasret… Gecikmiş gelişlerin gölgesinde diyalektiği bozulmayan düzene bir umut, her bahar değişen renklere nazır… Değemedikleri şeftali kokulu dudaklar ve gidemedikleri barış ülkelerinde bir avuç yitik turuncu… Dağları aşıp, lacivert gökyüzüne asılı kalan yıldızları toplayıp, ışıltılarını saçma isteği toprağına… Yamaç suskun, su durgun, gece pusuda ve yoksun… Fakir dizelerinde servetimizin, bir usuldan Nazım havası… “Kapıları çalan benim teker teker…” Şekerleri çalınmış çocuklara ve rengi soluk gökkuşaklarına fırça darbesi…İnfazın eşiğinde, duramadığımız durakların telâşında ve mahpusken yollara… Kışlara saçtığımız gençliğimiz baharı getirdi mi tarlalara, ovalara? Türkülerde usuldan bir yiğit sevda havası… Kan gülleri iliştirdiğin sararmış yapraklarda dayanılmaz bir zafer tutkusu, paylaşılmayı bekleyen… Prangalanan umutlarla, iskemlesi devrilmiş hayatlarla, ve tenin çığlığıyla… ‘Hayata savrulan isyan filizleri’ bir derin hıçkırık şimdi dramında dünün ve gözyaşında yarının… Tutanaklara işlenen görkemli adımlarına hayran duruyorum karşında, doğumuma on yedi sene… Ömrüm ve ömrün ve kaderine terk edilemeyecek toprakların bereketine nazır, hürriyet… Kızıl akan derelerde adım adım soluksuzluk… Güne gerinen dağların ev sahibi olduğu umut, güneşi kucaklıyor şimdi seher yeliyle ve koynuna koyuyor aydınlığı, kışların.. Diri solan tebessümlerin ardında bir mütevazi vasiyet, dallarında baharlar açan memleketin güzel çocuklarının kardeşleri gerçekleştirdi… Bir derin ezgi, yaşayamadan gittikleri mevsimlere ithafen… Gözle görülemeyen buruklukları kırgınlık… Kırgınlıkları vicdan azabı… Soluksuz kaldıkları yıllar, soluşumuz., birlikte infazımız… Yorulduk… Sokak sokak, köy köy, diri diri… Bastıramadığımız sesimiz, vazgeçmediğimiz inançlarımız, uğruna prangalandığımız hürriyet aşkımız… Çelik adımlarla üzerine yürüdüğümüz karanlıkları gül bahçelerine çevirmek istedik… Kanımız suladı, kanımız kızarttı… Dolmadı bahçeler… Solgun çiçekler dirilmedi… Üç kayıp kalmadık, gençlik yakıldı soğuk odalar, kirli sokaklar, metafizik teoremleri arasında… Derin kuyularda bir usuldan serzeniş kaldı… Dağlarına kar yağdı memleketin… Sızısı kaldı…Direniş, yitiş ve aydınlanmayan karanlıklara… Yine de var olmak umutla, inançla ve geride bırakmak istemediğimiz, soluklarla… “Kimi ölüler bize ne kadar yakın, yaşayanların bir çoğu ne kadar da ölü..” Hayat yumruğunu sıkmaktı, gökyüzüne… Yeni renkler yaratıp, adımlarının Ve haykırmaktı fikrini… Susturdular… Rodrigo’ya nazır tüttürmekti sigarayı, yarını düşleyip.. Dolu dizgin bir yağmur indi geceye, gökyüzünde asılı yıldızlar, görünmüyor…Sızısı kaldı yitik günden…
Ve gözyaşı ve inanç ve umut ve minnet…
Geride bir yiğit “ Hadi eyvallah…”
"Pisagor üçlüsü" olarak geçen bağıntı idi onlar; nice bağıntıların atası...
YanıtlaSil