Biriktiremediğim her şeyi yeniden doğurmaya..
Kadehse, kalkacaksa,
...
31 Aralık 2013
30 Aralık 2013
artık
Bu yıl öyle çamura batıp da çıkamamış bir halde geçti ki, tek temennim biraz su. Biraz durulanmak. Biraz sarhoş olmak. Biraz ihtiyaçsız kalmak.
Hiçbir şeyi anımsamak istemiyorum.
İzmir'deki küçük, çok küçük yılbaşı ağacımızı atmamızdan bu yana, zaten bu ritüellerin pek çoğu samimiyetsiz.
Yılbaşı çiçeklerinin -ki isimlerinin bu olduğuna emin değilim. Aldığımda billboard reklamlarını değiştiren çocuklar, 'Bunlardan şuradaki çalılarda da var yeaa, seni kandırmışlar!' cümlesini sarf etmişlerdi.- altındaki bir- iki paketi açasım dahi yok. Zaten onlar da hediye değil. Hediye de değil. Neyse. Benim için hediye denilen şey, safran sarısı bir atkı, ya da bir deniz kabuğu veya deniz yıldızı ya da sadece bir mektup da olabilir.
Aslında burada, kavuniçi evimde olmak bile yeteri kadar büyük. İlk kez, 24 yılda ilk kez 31 Aralık gecesi İzmir sınırları dışında olacağım, ve bu 2014'le ilgili olarak epey iyi hissettiren bir durum. 2013'e nasıl girdiğimiz düşünülürse, bir yılın nasıl girilirse öyle geçeceği olayının sağlamasını yapmış gibiyiz. Belki Eskişehir bu kış beni sevmeye karar verir. Aramızdaki bu platonik şey, daha karşılıklı, evli, işli bir şeylere dönüşür. Denemeye değmez mi.
Gelmişken.
Gelip de epey zaman geçirmişken..
İçim ağlaya ağlaya yeni yıl. Artık her dilek birbirinden kıymetli. Her gözüme değen göz. Her yudumu rakıların ve her 90'lardan kalma parça.
Yorgunluğumu öp şehir, yorgunluğumun elinden tut, üzerini ört, kar yağdır hiç değilse rüyalarıma, yan odada uyuyan ömrün tebessümüne bir sebep olarak ekle beni, ama utanmama izin verme daha fazla, saklanmama..
Eksikli yaşamaktan çoğalan şeylerle sınamaktan usan.
Biraz dinlen.
Güzel şeyler için sebep ol.
Belki de ilk kez yeni yıl için umut etmeye ihtiyacım var.
Belki de ilk kez inanmaya ve af dilemeye ihtiyacım var.
Kimden, neyin günahını çıkaracağımı bilmiyorum.
Bir kase profiterolle mutlu olan varlığımı, hangi mutsuzluğun çamurunda emeklettiğimi duyurmaya..
Öyle yorgun ve öyle çaresizim ki...
Yeni bir yıldan başka tutunacak..
Neyse ki geldin.
28 Aralık 2013
"Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan/ Bardağa birkaç çiçek ıslamaktan."
Bu kitapta yer alan şahıs ve mekânların gerçekle alâkaları tamdır. Kahramanları hep yanlış ata oynayanlardır. Kediler, kadınlar, muhabbet kuşları, gözyaşları... Hepsi sahiden vardır ve bir dönem yaşamışlardır. Şiirden hazzetmeyenler, Grapon Kâğıtları'nı yılbaşı ve diğer ehemmiyetli günlerde evi süslemek için kullanabilirler ya da bir ruh çağırma seansında, inatçı ruhlara seslenen uyduruk şarkılar olarak mırıldanabilirler.
-Didem Madak.
20 Aralık 2013
paragraf başı*
...
Anlamalı beni mezarım da
Bir uyağa takıldım, düşmeye razıyım
Artık beni anla.
...
Konuşma, konuşmak istemezsen
Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla
Hep aynı şeyi söylerim
Beni anla.
...
Ağlamıştık
Boyalarımız aktıkça ferahlamıştık hatırla
Gözyaşlarımız siyahtı
Sanırdım
Yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar
Beni anla.
Geçti ömrüm iklimden iklime
Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasında
Yorgunum, kahvem çamur gibi
Batmaya da razıyım, artık beni anla
Yeter ki sen beni
Hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma.
Didem Madak
*fotoğraf: Kylli Sparre
12 Aralık 2013
yeni gibi tanıdık..
Yorgunum ve hâlâ hâlâ hâlâ bir kedim yok.
Bazen olan biten her şeyi evrenin beni kedisiz bırakmak için ayarladığını düşünüyorum.
Sanki ömürlük olmasa da nefeslerimizin yettiği yere kadar yoldaş olabileceğimiz bir kediyle beraber olsak düzelirdi her şey.
Ama yarın sallanıyor, o kadar uzun zamandır, o kadar şiddetle sallanıyor ki, bu zangırtıda bir şeyleri yerleştirmek anlamsız, boşu boşuna..
Bu seneden, bu enkazdan nasıl çıkılır bilmiyorum.
Ihlamur, tarçın kokularına sarmalanmış, günlerin birbirine renkli atkılar hediye ettiği bir sonbahara ve kışa şahit olmayı çok isterdim. Geçtiğimiz yazı ve baharı turuncu ipliklerden atılmış kurdelelerle paketlemeyi de.. Ama olmadı hiçbiri. Beklediğim ve beklemediğim her şey beklemediğim ve ciğerleri ağlamaktan yorulmuş anlarla kaplandı. Mutsuz olmaktan yorulduğum olmuştu, ama hem mutsuz, hem yorgun, hem beklentisiz, hem beklentiden ibaret, hem de çaresiz ve yolsuz ve yönsüz olduğum bir başka zaman dilimi daha anımsayamıyorum. Balık yağı da yutsam anımsayamayacaktım.
Ölümlerle kendini tarihe geçiren şu yıl; bitsin diye beklediğim, aynı yılın son gününde kitlelerce bir katılımla krematoryuma gidip yakalım istediğim ve kavanozda külünün dahi kalmamasını dilediğim bu tarih.. Bitsin. O kadar.
Anlamlı olmasa da yeni yıl döngüsü, birisi çıkıp haydi yıl şuradan başlasın dediğinden, birileri doğup öldüğü için gezegence başlangıç olduğu konusunda hemfikir olduğumuz -ki henüz başka hiçbir şeyde bu kadar mutabık olamadık- için bekliyoruz işte inansak da inanmasak da sıfırı.
Şarkılarımızın ve inandığımız şiirlerin değişmeyeceği bir yıl olacak.
İşte bir onlar da kalsa, tamam mı, devam mı noktasında bir kuvvet elimizi veriyoruz her seferinde.
Nasıl tükenmiyor bu tükenmişliğimizde o kırıntılı umut, bilmiyorum.
Sanıyorum 13- 15 gün belki birkaç fazla gün sonra, neyi sıfırlayacağımızı bilmeden kimimiz karada, kimimiz havada, kimimiz de.. Neyse.
Dilek dileyeceğiz çoktan yıkıp yaktığımız ya da yıkıp yaktıkları şeyler için bile.
Ben muhtemelen yine bir kedi dileyeceğim.
Kedi demek yerleşiklik demek.
Yerleşiklik demek sokakların kaldırımlarındaki çıkıntıları öğrenmekten korkmamak demek.
Üzerine bir şeyler alırken "bir daha nerenin kışında giyeceğim" diye düşünmemek demek.
Ama her şeyden önce,
"Hadi gel.." demek.
"Hadi bana gel.."
"Ben buradayım.." demek.
Hayatta, hayat coğrafyasının istediğim yerinde, evimde, kalbimde, bir şeyleri bulmuş gibi, ulaşmış gibi, bırakmayacak gibi..
Son nefesini bile bulunduğun yere bırakacak gibi.
Gel, gibi..
Gitme, gibi..
Gitmiyorum, gibi...
"..Ben çocuklardan biri,
Fazla yaşamaz
Ne bir sarmanı var okşayacak
Ne zamanı.
Zamanı sarışın bir kedi olarak yarat baştan Allah'ım
Bırak okşayayım.
Esirge ve bağışla beni gerçekten
Bırak düşlerimde kaybolayım."
Bazen olan biten her şeyi evrenin beni kedisiz bırakmak için ayarladığını düşünüyorum.
Sanki ömürlük olmasa da nefeslerimizin yettiği yere kadar yoldaş olabileceğimiz bir kediyle beraber olsak düzelirdi her şey.
Ama yarın sallanıyor, o kadar uzun zamandır, o kadar şiddetle sallanıyor ki, bu zangırtıda bir şeyleri yerleştirmek anlamsız, boşu boşuna..
Bu seneden, bu enkazdan nasıl çıkılır bilmiyorum.
Ihlamur, tarçın kokularına sarmalanmış, günlerin birbirine renkli atkılar hediye ettiği bir sonbahara ve kışa şahit olmayı çok isterdim. Geçtiğimiz yazı ve baharı turuncu ipliklerden atılmış kurdelelerle paketlemeyi de.. Ama olmadı hiçbiri. Beklediğim ve beklemediğim her şey beklemediğim ve ciğerleri ağlamaktan yorulmuş anlarla kaplandı. Mutsuz olmaktan yorulduğum olmuştu, ama hem mutsuz, hem yorgun, hem beklentisiz, hem beklentiden ibaret, hem de çaresiz ve yolsuz ve yönsüz olduğum bir başka zaman dilimi daha anımsayamıyorum. Balık yağı da yutsam anımsayamayacaktım.
Ölümlerle kendini tarihe geçiren şu yıl; bitsin diye beklediğim, aynı yılın son gününde kitlelerce bir katılımla krematoryuma gidip yakalım istediğim ve kavanozda külünün dahi kalmamasını dilediğim bu tarih.. Bitsin. O kadar.
Anlamlı olmasa da yeni yıl döngüsü, birisi çıkıp haydi yıl şuradan başlasın dediğinden, birileri doğup öldüğü için gezegence başlangıç olduğu konusunda hemfikir olduğumuz -ki henüz başka hiçbir şeyde bu kadar mutabık olamadık- için bekliyoruz işte inansak da inanmasak da sıfırı.
Şarkılarımızın ve inandığımız şiirlerin değişmeyeceği bir yıl olacak.
İşte bir onlar da kalsa, tamam mı, devam mı noktasında bir kuvvet elimizi veriyoruz her seferinde.
Nasıl tükenmiyor bu tükenmişliğimizde o kırıntılı umut, bilmiyorum.
Sanıyorum 13- 15 gün belki birkaç fazla gün sonra, neyi sıfırlayacağımızı bilmeden kimimiz karada, kimimiz havada, kimimiz de.. Neyse.
Dilek dileyeceğiz çoktan yıkıp yaktığımız ya da yıkıp yaktıkları şeyler için bile.
Ben muhtemelen yine bir kedi dileyeceğim.
Kedi demek yerleşiklik demek.
Yerleşiklik demek sokakların kaldırımlarındaki çıkıntıları öğrenmekten korkmamak demek.
Üzerine bir şeyler alırken "bir daha nerenin kışında giyeceğim" diye düşünmemek demek.
Ama her şeyden önce,
"Hadi gel.." demek.
"Hadi bana gel.."
"Ben buradayım.." demek.
Hayatta, hayat coğrafyasının istediğim yerinde, evimde, kalbimde, bir şeyleri bulmuş gibi, ulaşmış gibi, bırakmayacak gibi..
Son nefesini bile bulunduğun yere bırakacak gibi.
Gel, gibi..
Gitme, gibi..
Gitmiyorum, gibi...
"..Ben çocuklardan biri,
Fazla yaşamaz
Ne bir sarmanı var okşayacak
Ne zamanı.
Zamanı sarışın bir kedi olarak yarat baştan Allah'ım
Bırak okşayayım.
Esirge ve bağışla beni gerçekten
Bırak düşlerimde kaybolayım."
3 Aralık 2013
"Beni ya sevmeli, ya öldürmeli..."
Hayat, kendi rayında tıngır mıngır gitmez elbet.
Ama bazı zamanlar, ki bu bazı zamanlar başlayalı epey oluyor, öyle vurgun yiyip de, bulunamaz bir halde ki..
İçinden çıkılamayan bir kâbus..
Korkunç karmaşık bir labirent ve korkunç yalnız bir ova, böyle de anlatılabilir.
Aslında hiçbir şey anlatılamaz.
Kelimeleri çoğaltıp, yan yana inci gibi olmasa da renkli dizmeyi günlerden çıkarmak durumunda kalalı da epey oluyor.
Barışık olduğum hiçbir şey "Küsmeyelim" demiyor, ki bu hiçbir şeyle barışık olmadığımı gösteriyor sanırım.
Darmadağın her şey.
Takvim yapraklarının döküldüğü o uzun, o çok uzun, o tükenmez rüyaya dalmamak için gün sayıyorum; yine takvimle. Stockholm denilebilir, sendrom olanından, kısaca döngü de, ya da basbayağı çaresizlik.
Daha önce ömrümün hiçbir yerinde 9 saat boyunca oksijensiz ve ayakta kalmadım.
Kendimce ve toplumun bir kısmınca dert edindiğim, edindiğimiz belli başlı ne varsa bak nasıl da ortasındayım, nasıl da ikiyüzlü görünüyorum, nasıl da zorlanıyorum, ve nasıl da zorunda kalıyorum..
Artık kutsal kitap gözüyle baktığım her şeyi sorguluyorum.
Çünkü inandığım her şey "Yalan!" diye haykırarak tanıtıyor kendini.
Uzun zaman sonra ellerim ağrıyor. Eskiden olsa "Aşktandır.." derdim.
Eskiden olsa başka pek çok şeye başka yanıtlar verirdim.
Artık her gün karton kutuların arasında, yalnız başıma bir soyunma sahnesini yeni baştan oynuyorum. Giyinme kısmında gözlerim doluyor. Her seferinde.. Eski filmleri anımsamadan açamıyorum kapıyı, gözü yaşsız da...
Temiz ve soğuk havayla karşılaşan varlığım, hayatın mucizeviliğine beni kayıtsız bırakan şeyin ne olduğunu inatla sorduruyor.
Dün "İnansaydın eğer.." dedi çocuk.. İnanmıyorum, dedim. Üzerine basa basa, "İnanmıyorum, inanmak da istemiyorum." dedim.
"İnansaydın, daha iyi şeyler gelirdi başına." dedi.
Genzim kömür kokusuna boğulur gibi oldu. Kıştan değil, kesinlikle ondan değil.
Aç olan insanları tanımanın burukluğundan mı, kendi gönül açlığımdan mı, bilmiyorum.
Ben zaten hiçbir şey bilmiyorum.
Bildiğim şeyleri hangi deniz, hangi coğrafya, hangi tanrı, veya hangi unutuş alıp götürdü bilmiyorum ama bilmiyorum.
Unutmayı istiyorum.
Olan her şeyi. Ve olamayanları da.
Olamayan ne varsa, bir daha asla olamayacak gibi çünkü.
Bir çok şeyden nefret etmeye başlamam birkaç gün sürdü.
Bir ay önce bugünlerde heyecandan, sakinleştirici almadan uyuyamazken, şimdi ölü gibi..;
yarınsız, telâşının kıymeti görünmez, öylesine..
Suyum, yolum, yolsuzluğum, yorgunluğum, hangi toza karışacaksa,...
Çok yorgunum..
Gel al beni.
Bitir.
Bitsin.
Devam etmeye çabaladıkça kaybolmak gücüme gidiyor.
Gel.
Ve bitir.
Ama bazı zamanlar, ki bu bazı zamanlar başlayalı epey oluyor, öyle vurgun yiyip de, bulunamaz bir halde ki..
İçinden çıkılamayan bir kâbus..
Korkunç karmaşık bir labirent ve korkunç yalnız bir ova, böyle de anlatılabilir.
Aslında hiçbir şey anlatılamaz.
Kelimeleri çoğaltıp, yan yana inci gibi olmasa da renkli dizmeyi günlerden çıkarmak durumunda kalalı da epey oluyor.
Barışık olduğum hiçbir şey "Küsmeyelim" demiyor, ki bu hiçbir şeyle barışık olmadığımı gösteriyor sanırım.
Darmadağın her şey.
Takvim yapraklarının döküldüğü o uzun, o çok uzun, o tükenmez rüyaya dalmamak için gün sayıyorum; yine takvimle. Stockholm denilebilir, sendrom olanından, kısaca döngü de, ya da basbayağı çaresizlik.
Daha önce ömrümün hiçbir yerinde 9 saat boyunca oksijensiz ve ayakta kalmadım.
Kendimce ve toplumun bir kısmınca dert edindiğim, edindiğimiz belli başlı ne varsa bak nasıl da ortasındayım, nasıl da ikiyüzlü görünüyorum, nasıl da zorlanıyorum, ve nasıl da zorunda kalıyorum..
Artık kutsal kitap gözüyle baktığım her şeyi sorguluyorum.
Çünkü inandığım her şey "Yalan!" diye haykırarak tanıtıyor kendini.
Uzun zaman sonra ellerim ağrıyor. Eskiden olsa "Aşktandır.." derdim.
Eskiden olsa başka pek çok şeye başka yanıtlar verirdim.
Artık her gün karton kutuların arasında, yalnız başıma bir soyunma sahnesini yeni baştan oynuyorum. Giyinme kısmında gözlerim doluyor. Her seferinde.. Eski filmleri anımsamadan açamıyorum kapıyı, gözü yaşsız da...
Temiz ve soğuk havayla karşılaşan varlığım, hayatın mucizeviliğine beni kayıtsız bırakan şeyin ne olduğunu inatla sorduruyor.
Dün "İnansaydın eğer.." dedi çocuk.. İnanmıyorum, dedim. Üzerine basa basa, "İnanmıyorum, inanmak da istemiyorum." dedim.
"İnansaydın, daha iyi şeyler gelirdi başına." dedi.
Genzim kömür kokusuna boğulur gibi oldu. Kıştan değil, kesinlikle ondan değil.
Aç olan insanları tanımanın burukluğundan mı, kendi gönül açlığımdan mı, bilmiyorum.
Ben zaten hiçbir şey bilmiyorum.
Bildiğim şeyleri hangi deniz, hangi coğrafya, hangi tanrı, veya hangi unutuş alıp götürdü bilmiyorum ama bilmiyorum.
Unutmayı istiyorum.
Olan her şeyi. Ve olamayanları da.
Olamayan ne varsa, bir daha asla olamayacak gibi çünkü.
Bir çok şeyden nefret etmeye başlamam birkaç gün sürdü.
Bir ay önce bugünlerde heyecandan, sakinleştirici almadan uyuyamazken, şimdi ölü gibi..;
yarınsız, telâşının kıymeti görünmez, öylesine..
Suyum, yolum, yolsuzluğum, yorgunluğum, hangi toza karışacaksa,...
Çok yorgunum..
Gel al beni.
Bitir.
Bitsin.
Devam etmeye çabaladıkça kaybolmak gücüme gidiyor.
Gel.
Ve bitir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)