31 Temmuz 2012

yaz bitmeden, gel.*

Çok erken, evdeyim.
Gün, acele etmeden ağarıyor.
Şehirden kimse uyanmamış.
Musluk vanalarından hangisinin soğuk hangisinin sıcak olduğunu unuttuğum evimin kapısını açıyorum.
Az sonra apartmanda, adımlarının sesini duyuyorum.
Sonra birbirimize karışıyoruz;
kırk gün gibi değil, bir ömür geçmiş gibi...

27 temmuz.

http://fizy.com/#s/1ajbcg

17 Temmuz 2012

Gel otur yanıbaşıma..*

Renkleri not düşüyorum kâğıtlara, şehrin içine almaktan hoşlanacağı renkleri. Güzel bir kadının dokunmak isteyeceği renkleri. Güzel bir adamın gözlerinin çekinmeyeceği renkleri. Mevsime uygun, mevsimden taşan renkleri.

Bazen aklım karışıyor. Suluboya gibi cümleler takılıyor geceye. Renk bir yanda, su öteki yanda, ama birbirine karışıp da büyü olmaktan çekinir haldeler. Dokumuz uymazsa ve akamazsak ihtimalinin kırıklığı belki..

Zamanın çekincesine dahil olmak kötü bazen. Oysa bir yerden sonra kendimce var ettiğime inandığım dünler, yalnızca bir rüyanın kaldırım kenarına süpürülmüş yarınlara yuvarlanmıyor. Zamana ait değilken, zamana dahil olacağımın çekincesi.

Her şey çok güzel bir yandan, baş dönmesi gibi dokunmak tortusuna gözyaşlarının. Belki kendini onaylamanın güzelliği bu. Belki ortaklaşa ağlıyoruz hissinin. Her ne olursa olsun karşılıklı düşünme ihtimali aynı rengi, tuhaf ve ayağı yerden kesen bir dengesizliğin koynuna atıyor insanı. Nereden baksan iyi dans eden birinin kollarında ayağının değil kalbinin dolaşmasını düşündüğün gibi..

Bilmiyorum sular orada ne renk, her hikâyeyle değişen bir salınması var mavinin.
Çok mevsimlik bir fon aramaya gidiyorum, hangi rengi sever bilmiyorum.
Bir bilsem, buz mavisinin büyüsü kaçacak.

*resim: Szaza

16 Temmuz 2012

Dalyan deltası

"..kafam biraz karışıktır oldum olası, neden bilinmez
denize doğru yüzlerce yol var,
ama hangisi doğru, hangisi çıkmaz?

aman sen bir yana ben bir yana
ayrı düşmüşüz yan yana

karşımız deniz
yardım et yoksa gidemeyiz
kıyıda bir saz gibi yalnızlık olmaz

aman sen bir yana bir yana
ayrı düşmüşüz yan yana..."

http://fizy.com/#s/390vmb


14 Temmuz 2012

Günlerden...

Babam sabırsızlanıyordu. Günlerdir, neredeyse dolaba girip bir şeyler okuyordum; bunca şeyi açıkta okurken, nedense çekindiğim için, bir kitabı dolapta gizlediğim o kadar belliydi ki! Görmek istiyordu. Bin dereden su getiriyor, beceremediğim bir şeyi yapmağa çalışıyordum: Yalan söylemeğe çabalıyordum. Babam tokmağı tuttu, kapıyı sertçe açtı. Dirseğim boy aynasının orta yerine girdi. O noktadan başlayarak üç büyük çatlak hızla çerçeveye vardı dayandı. Babam dirseğimi merak bile etmedi, uzaklaştı. Dirseğime bir şey olmamıştı. Sonunda, kitaba da bakmamıştı. Kitap dolapta kaldı. İki yıl boyunca haftalığım verilmedi. Ayna ancak ikinci yılın sonunda yenilendi. On beş yaşındaydım artık. Yeni aynayı yadırgadım; beni tek kişi gösteriyordu. Oysa iki yıl boyunca o aynada üç kişiydim. Çarpık da olsa...

Bilge Karasu

13 Temmuz 2012

şiir- yaz..

Şöyle başlıyor: "Mevsimlerden yazdı ve tercüme-i halime ne söylesem azdı. Biliyordum, gidecekti. Kim bilir belki de bir bekleyeni vardı? Lakin gözlerinden anlıyordum, o da benim gibi yalnızdı. Dışarıdan bakınca halleri pervasız, ruhu uçarıydı. Sevdiyse de çok, korkarım bana pek inanmazdı. İşte bu konuda çok haksızdı. Varsın olsun; başka kim gözlerinde umudu ve acıyı aynı anda böyle yaşadı?..."

Pervasız ve uçarı yaza yakışan bir kadının gözlerinde Edip'in doğuşuyla evrene bahşedilen umut ve Turgut'un gidişinin yası yan yana düşer, rengini bilmiyorum. Rengini sen söyle, baktıkça..

"Anlatamıyorum galiba hüzün değil, yaz mutluluğu..."*

Mevsimlerden yaz. Geceleri sahili boydan boya yürüyorum, her kilometrede değişiyor denizin üzerine düşen ışıkların ve yansımaların tonları, vapurdaki ton değişimi geliyor aklıma. Hafızama bir sürü şey geliyor ya, bu daha sık. Adımladıkça geceyi, yaz genişliyor, bileklerimi saran nemden, bilezikler takıyorum; bir tatil beldesinden öylesine bir tebessümle alınan yaz parçası gibi, böyle zamanlarda düşünmüyorum hiç kıyafetimdeki çilekleri, şeftalileri, erikleri. Bileğimi öpen geceden başka bir şey düşünmüyorum belki de.

Gece insanları değil yürüyenler, sadece birkaç dakikada bir üfleyen havaya denk gelecek konumu arıyorlar yeşilde. Gece insanları hangi şehirlerde, hangi hatıralarla sabahlıyorlar çok kestiremiyorum. Mevsimlerden yaz, geceler daha uykusuz. Hepimiz bir şeyler okuyoruz, bazen bir- iki cümlede anlaşmanın beş çayı rahatlığı geliyor üstümüze, bazen sustuğumuz ciltler dolusu kelimeyi saklıyoruz evrakların, dosyaların arasına öğle sonrası mesailerinde; başka bir yaz gecesine düşürmek için. Düşürüp de öpüşmek için aynı güzergâhı seçen ruhlarla.

"Kim uydurdu bu haziranı bu temmuzları bu yaşamaları gizli kapaklı..."**

Hayatın yaz döngüsü tuhaf, gündelik bile yaşayamayan bir insan için bu tuhaf durmayabilir. Yine de her yaz ne kadar insansız ve her yaz nasıl da kalp, dinlenmeksizin aranıyor. Yorgun düşmeyen bir şey varsa, tuzlanmış tenimizle taşıdığımız o atlet. Hep koşuyor, gecesini gündüzüne katıp. Bir dinlen, nefes al aralığı yok. Mevsimlerden yaz , belki de bu yüzden bu naz.

"kanatları parça parça bu ağustos geceleri/ yıldızlar kaynarken/ şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen/ sen/ eğer yine..."***

Burada dalgalanmıyor pek ismime yaslananlar, başka şehirlerin maviliğini kestiremiyorum, her mevsim biraz daha bozulan gözlerimle, hipermetrop yanıma aldırış etmeden, yanlarına gitmek istiyorum, yakından bakmak çalkantısına suların. Geldiğim şehrin nehirleri gibi kadınlar vardı Cemal'in dediğine göre, sonrasına ne çok güzelleme ne çok güzelleme. Gideceğim yere en çok Attila'yı yakıştırıyorum, akımlarda istisnalar kaideyi bozacak değil ya.

Mevsimlerden yaz, hiç yaşandı mı bilmiyorum mevsimler. Bir şeyin geçmiş olabilmesi için o anlaşmayı yaptık mı, anımsamıyorum. Sanırım istemekten kendimizi alıkoyamadığımız şeyler de buna kanıt oluyor; bir geçmiş var. Bazen -di'yle bitirilemeyen, -miş'ten hep alacaklı kalan.

Bir bahar akşamı rastladım size diye başlayan o şarkı geliyor bazen dudaklarıma, sonra bir bahar akşamıyla karıştığını düşünüyorum yağmurun göz yaşlarına. Ama mevsimlerden yaz, bir tuhaf misafirliğindeyiz ömrün. Sanki her yaz biraz daha pervasız, her yaz biraz daha yaşını almış.. Nasıl oluyor ikisi bir arada, bilmiyorum. Olsa olsa Edip'ten, olsa olsa Turgut'tan...

*Edip Cansever
**Turgut Uyar
***Attila İlhan

11 Temmuz 2012

Çok mu ayıp..?*

"Nasıl oluyor, vakit bir türlü geçmezken
Yıllar, hayatlar geçiyor..."

*fotoğraf: Robert Doisneau

8 Temmuz 2012

Uzaktan*

Merhaba demek istiyorum. Tanıştığımıza memnun oldum.
"Yeni mi tanıştık?" diyecektir; eskimiş gibi, üzerimizden başka özneler yuvarlanmış da, ayak bileklerimize geçmiş zaman ekleri prangalanmış gibi.
Biliyor da oysa, prangaların nasıl eskidiğini. Varsa eğer öyle bir şey aramızda, ömrümüzde, yaşımızda.

Yollara çıkmak istiyorum çoğu zaman. Sokakların üzerinde çeşitli işaretlerin bulunduğu, enimden büyük haritaları açarak. Bilmediğim bir yerin sokaklarında, yalnızca sokakta olmak. Sokakta ve yabancı. Bir yere ait olma duygusunu yolda soyunup, valize kapatıp, onu da garda unutmak isteyerek. Gitmek istediğim yerlerin bir listesini yapmadım, parmak hesabı da yeterdi belki matematiğim iyi olsaydı, ama dört işlemden vazgeçeli oldu epey. Şimdi zihnim ve solda atan o tuhaf yer arasında mekik dokuyorum. Zihnim çoğunlukla etkisiz eleman.

Yol şarkılarını seç demek istiyorum ona. Biliyor çünkü o işi.
"Nereden?" diye soracak olursa, sadece gülümser ve sokaktan bir kedi çeviririm. Gözlerine bakmak hüzünlü bir radyo istasyonundan başka bir şeye dönüşmez çünkü. "Hüzünlü radyolarda geçen ömrün ne olacak?" sorusuna benzer bir bulut geçerse yüzünden, yağmur olmaktan başka bir çarem kalmaz.

Bazen defterlerde boş sayfalar bırakmak istiyorum, o da yazsın diye. Eşzamansız da olsak sözümüzü tutmuş olalım diye. Sözleri tutmak önemlidir. "Kime göre?" İşte böyle, eskimesine gücenip baştan, hep en baştan yazdığımız hikâyeler hatrına. Başka da neyin hatrı kalıyor bunca, sormasın.

İnsanlara onu anlatmaktan vazgeçmek istiyorum. Tanrı'yı bile yoklukla betimleyebiliyorken, tasvir tutmayan nefesini ne yapacağımı bilmiyorum. Beceriksizlik yaratıyor üzerimde. Oysa tanıdıklar arasında böyle tanınmam. "Çok mu önemli?" Hiç değil, maksat bahanem olsun. Şımarıklığım tutsun: Beceriksiz miyim? Sağlamasını yaptım da kanıtlamışım gibi aksini.

Koyu kahveler içmek istiyorum, gece üçlerde onun kokusu kaldı diye. Ama bu neyin çarpıntısı, yaşlanıyor muyum. Yaşlanmaktan korkmaya başladığım sürece de girdiğime göre sütler akıtılmalı çocuk kalan yanlarıma. Onun kahvesine şekeri eksik etmeyecek kadar misafirperverim ama. Ömrüme konuk alma konusunda nasıl iyiyim bir bilse, herkes kendi anahtarını aranıyor boşa çalan ziller karşısında.

Çoğu zaman buharlaşıp yok olmak istiyorum, evet Tanrı dediğimize benzer bir yokluktan bahsediyorum; en fazla, neme boğulup kendimi çamaşır iplerine asabiliyorum. Memleket dediğim sınırlar dahilinde ancak bunu gerçekleştirebilirim temmuzun asfalta güneşi bırakmaktan hiç çekinmeyen haliyle. Kırmızı elbiseli kadını görebiliyor mudur o uzaklıktan, bilmiyorum, benim de gözlerim bozuk ve bazen aynada bile bir suret bulamıyorum.

Bazen başka bir yere bir şeyler yazıyorum. Kuyuya taş atmak da diyebilir o buna, hatta belki ne kuyuyu görür ne taşı. Çukurlara düşüp de ölen insanların memleketinde suçlamam onu.

Bazen çok konuşmak istiyorum; dem vurmak, ölmekten sabıkalandığımız şu ömür yalanından. Geveze bir halde susuyorum. Yalanın nesini konuşacağımı bilemiyorum. Dürüst olmak için toplanılan bir yerde şişeli bir oyundan fazlasını duymak istiyorum.

Ne çok şey istiyorum. Ne çok şey istiyorum.
"Paramız yok, alamayız." diyemiyor kimse de.
"Şeker vereyim de, sus." demiyor kimse.
Hep istiyorum, doyumsuzluktan ölür müyüm?
Ne cevap verse kabul edecekmiş gibi uyuyup, uyanıyorum.
Bir yerlerde dert edinecek benden başka bir şeyi kalmamış gibi.

5 Temmuz 2012

Derketo

Yalnızca sesimi duysan..
Büyük, tozunu aldığım deniz kabuklarına kulağını dayadığındaki uğultunun arasından seçebilsen camgöbeğinde çatlayan renklerimi..
Saçlarım kızıl değil ama moru seviyorum.
Sözleri de söylemiyorum, ama yalnız senin ayırdına varabildiğin bir sesim olmalı, hiç değilse suyun hiç durmadığını dudak aralığımdan anlayabildiğin.. Ve buna kanabildiğin.. Kandığında beni sevebildiğin...
Aksi takdirde deniz kızı hikâyelerine inanmam güçleşecek.

4 Temmuz 2012

kokusu..

Sokakta deli bir yaz var. Kendinden yorgun senelerin temmuzunu soyunmuş sahil şeridi, gökyüzünden yasemin kokusu akıp anasona bulanıyor ve uçurtmalar renklerini haberdar etmek niyetindeler yıldızlara. Bulutsuz bir göğün altında, çimen görünmüyor çocuklardan ve rüzgâr sesi ancak eşlik edebilir çığlıklarına... Balıkçı barınağından yükselen iyot kokusuna ağ atıyor amcalar, baharlı şarkılar eşliğinde, incir rakılarına nem düşüren temmuzla...
Burada büyümüş olmanın, bu yakanın çocuğu olmanın yalın ayaklığı var üzerimde, tenimin çıplaklığından gocundurmayan bir hep oradalık..
Gidişimin farkına varmayan, dönüşümü mevsime yediren kıyı...
Merhaba ev, ben geldim.
Kâğıt helva yer miyiz?

2 Temmuz 2012

im herz, im bauch, im juli...*

Dünyayı döndüreceksek; temmuzda*...