30 Nisan 2006

kaybolmuş cevaplar

Bugün İzmir'de hava yağmurluydu.. Yağmur yağdı mı yağmadı mı bilinmez ama keyifsizdi işte İzmir... Ben de keyifsizdim. Bu haftasonu beklentilerimi karşılamadı sanırım. Pek bir şey kestiremiyorum. Cumartesi günü sabahın kör bir saatinde Özge Ablamın nişanı sebebiyle kuaföre gittim oradan koşarak K.yaka'ya gelen çok sevdiğim yazarlardan Ahmet Ümit'e koştum, oradan da vapura, yani dershaneye. Çıkışta salına salına eve geldim Merve'yle. Anneannemin 1960'lı yıllardan kalma bir elbisesini giyip Özge Ablamın nişanına gittim. Nişanla ilgili yorum yapmayacağım... Bugün öğlen Merve'yle buluşup salına salına vapura gittik, vapurda kitap okuduk. Vapurdan inerken Sinem'le karşılaştık. Dershanede sınava gireceğimiz sınıfları öğrendik. Gözde, Merve ve ben aynı sınıfta yanyana sınav olduk. Gerçekten çok zordu. Sınav çıkışı Sinem'le 120'ye bindim ve K.yaka'ya evime geldim. Test çözdüm, bilgisayarla ilgilendim, tv izledim, vs. Oysa düşlerim başkaydı birdenbire yarım kaldı.. Gayet normal ve sıkıcı bir haftasonuydu. Yarın gereksiz bir şekilde din sınavı var. Hiçbir şey bilmiyorum. Öğrenmemekte ısrarcıyım. O adamdan nefret ediyorum. Muhtemelen o da benden.. Derdimdi.. Yarın Merve Ve Sinem, Sinem'lerde olacak. Kader işte.. Akşamüstü kurs var.. Pazartesi.. Sevsem mi sevmesem mi karar veremiyorum. Ama sevgisizlik ağır basıyor.
Bugün kitap fuarının son günüydü. Emre'nin de yarası ya kaldık işte öyle bu yılda kitap fuarsız. Napalım..
Bu arada eğer rapor alırsam 2.deliği deldireceğim.. İnatçıyım işte..
Bu aralar aşırı dersecede rüya görüyorum. Yetti artık. Görmek istemiyorum. Uyumuyormuşum gibi geliyor. Aksiyonlu ve abuk subuk rüyalar fazla oldu.. Saçma sapan şeyler...

Her yerde savaş var..
Aklım nerde?
Rüzgâr küstü mü?
Güneş kayboldu
Dostlar gitti
Deniz maviliğini yitiriyor sanırım...
Oysaki eflatun bir ışıltıydı..
Menevişleri yitirmek...
Başımı omzuna koyup ağlamayı özledim..
Başım omzunda koluna sarılıp denizi dinlemeyi özledim..
Bunları yaşamadım
Nasıl özledim?
Kocaman bir of çekip
Yine isteksizliğin kıyısında
Oturdum
ve unutmayı seçtim...

28 Nisan 2006

bize bir masal gerek...

Birkaç gün öncesinden...

Bugü 24.04.2006 Pazartesi. Gerçekten sıkıcı bir gün. Umudunu kaybettiğin, umudumu kaybettiğim, kaybolduğumuz.. Umut.. Galiba onu bile yitirdim. Neye umut? Kime umut? Var mıydı? Yok muydu? Başım zonkluyor, midemde savaş var. Karşımda integral soruları. Bülent Ortaçgil'in bir şarkısı vardı "integralimi al abi limit sıfıra gider istediğini yap bana sessizlik sonsuzda nasıl olsa..."
Kusmak istiyorum! Hem galiba artık pazartesilerin tılsımı kaçtı.. Kaçmış, pazartesilerin tılsımı kaçmış. Tılsımsız, büyüsüz, yoksul kalmış haftanın başları... Şimdi sokak çocukları da açtır. Sinema salonları boş. Kediler köpeklerden kaçıyordur, ağaçlar sıcağa teslim kavrulurken... İçim sıkılıyor. Olmayan masalların kahramanları neler yaşıyorlar büyülü, sonu gelmez diyarlarda? Bir devle bir perinin aşkının ortasına bir kurbağa düşüyordur belki pembe bulutların arasından...
Ben inanmıştım sonu mutlu biten masallara... Bana, bize masallar gerektiğine. Külkedisine, kurşun askere...
Çizgi romanlara ve mutlu hikayelere...
Yeşilin mavi, kırmızının pembe olacağına. Denizin derinliklerinde, balıkların oynaştığı menevişli sulara...Özleyebileceğim uzaklıklara... Dünyanın adımlarımızla aralanacağına...
Şimdi hava sıcak. Şimd hava soğuk. İsteksizliğin kıyısında oturuyorum, bi yanım bulamaç dünya...
İzleyebileceğim bir oyundu sahnede dünya. Tiyatroya giremedim. Sevdiği yanındayken yakasına gül takılmış gibi olan adamı tanımayı isterdim...
"Çok yaşa" dedik şimdi gül bahçesine benzeyen kıza. Çok yaşasın, yaşamı masallardaki periler gibi olsun. Mutlu sonu olan bir masan olsun engin bir Deniz'le paylaştığı...
Şimdi tarihlerden ne?Gün sarı... Sarımtrak bir günün peşindeyiz... Bir kaç renk darbesi ruh dökmüş mavi örtüye. Ayışığı vurur mu gece dalgalı örtüye? Vurursa göz kırpar dalgalardan ışıklar çapkın çapkın...
Aşkam sefaları yazın habercisi..
Hüsnüyusuflar bahar sonu...
Mozaikten bir bahçe mevsimlerin getirdiği...
Körfezde yalnız bir vapur, vapurda bir kalabalık, kalabalığın arasını kaplayan boğuk, yoğun, beyaz bir sigara dumanı, hafiften bir çay kokusu, denizde ufaktan yoksul bir köpüklü çalkantı... Bir zamanlar mide bulantısı yapardı gemiler, artık yapmıyor. Engin mavi sular, keyif bahçesi, uzaktaki iskelelerle... Tepemizde tepemize kadar martı. Çığlıkları tıka basa.Bir hatıra Halikarnas Balıkçısından...
Sonsuzluğa uzanan bir uyku isteği, isteksizlikten kurtulma çabasında...

24.04.2006 - 26.04.2006

aşk rüzgârın söylediği bir şarkıdır...

"Rüzgâr tıpkı bir insan gibi aniden ölüverir."

İnancım yok, rüzgâr ölümsüz olmalı... Ya değilse?

her yerde savaş

Çok iç sıkıcı bir haftaydı... Tam olarak nedenini bilmiyorum demekte ısrarcı olsamda kafamı bulandıran türlü soru işareti arasında sıkışıp kaldım. Bunun beni duvarlar arasına sıkıştırması çok bunaltıcı.. İçimden sürekli oflayıp, puflayıp, uyumak geliyor. Evde canım sıkılıyor, okulda canım sıkılıyor, dershanede canım sıkılıyor.. Belki de havalardandır diyerek kendimi kandırmaya ya da olayı buraya çekmeye devam edeyim en iyisi.. Hem belki gerçekten ondandır.. O kaya kımıldamıyor. Kımıldasa da rahat etmiyorum zaten. Son günlerde aşırı bir sabır mı geldi üzerime yoksa aşırı bir sabırsızlık mı onu dahi çözemiyorum. Kesin çizgileri bile ayıramıyorum. Galiba göz numaram gibi duyum eşiğim de ilerledi mi noldu off bilmiyorum...
Bugün sınıfa diploma törenindeki anonslar için yazı yazdım. Bu tür şeylerle ilgilenmeyi seviyorum ben. Sevdiğim bir şey bu. Sevdiğim insanlar için bir şeyler yapmak.. Hem yazdım az da olsa rahatladım sayılır.
Bu haftasonu nasıl geçecek bilmiyorum. Çok yoğun geçecek. Özge Ablam nişanlanıyor. Bir kitap fuarı daha bitiyor ve ben gidemiyorum... Kader.. Pazar günü dershane sınavım var. Bu hafta öğlenciyim. Mezuniyet elbisesi tadilattan alınacak oooof... Ben bu arada kaçacağım.. Az da olsa 15 dk. bile olsa.. İçim sıkkın.. Neden? diye sormasınlar, bilmiyorum çünkü.. Belki de saymaktan yorulduk hep birlikte... Bu oyun yordu bizi... Uyumak istiyorum uzun bir süre de uyanmamak... Artık tatil istiyorum ben... Mümkünse uzaklarda... Sakin bir yerlerde.. Ve kaygısız ve dingin....

23 Nisan 2006

Satır aralarında, sessizlik nöbetlerinde çözdüm bulmacamı...

22 Nisan 2006

uçur beni deniisss

22 Nisan 2006 Cumartesi
06.00'da gün başladı
Uyku Uyku Uyku.. Yalvarıyorum azıcık daha uyku...
Bomboş bir iskele
Çözelim çözelim test çözelim ÖSYM'ye lanet edelim...
TED'den arkadaşım Emre geldi.
Vapurdan bayrak sayımı yaptık
Pasaport iskeleden düz git sağ dön solda Hilton arkası dershane :(
2 koskoca felsefe- ama mantık- O kadını sevmiyorum. Ertuğrul Hocamı özledim..
Türkçe DKS
Sonra sonra sonra sonra sonra sonra...
Konak- Bostanlı- Karşıyaka
Yeni yollar
Yeni kitaplar
Yeni kuçular
Yeni çizgi romanlar
Yeni testler
Yeni programlar
Yeni hayaller (bkz. çatı katı ev, kuçu, bol miktarda kitap, vs.)
Sessizlik...
23 Nisan'ın getirdiği coşku
Sıcak bir İzmir
"Emre & Çelik( Arçelik) : Aşk teknik bir hadisedir :)))) "
Şinasi çevirilerini Tercüme-i Manzume'de toplamış, fabl çevirileri yapmış La Fontaine'den.
Emre - V for Vendetta
Siboş Hanım Didi'ye türk ve dünya edebiyatından eser sınavı yapıyor
Cırcır böceği - kurnaz tilki
her dondurma vişneli midir?
bazı vişneli olmayanlar dondurma değildir.
yarın ne olacağımız belli değil...
elimi bırakma...








11-c kedisi

19 Nisan 2006

Günaydın Edebiyat- Mehmet Eroğlu- Kitap Fuarı- Deniz'den 24 Saat

Sıkıcı bir hafta.. Aslında değişik.. Bilmiyorum tanımlaması zor.. Beni mutlu eden pek çok şey oldu ama bunun yanında kaygılandıran şeyler de oldu. Bugün Günaydın Edebiyat'ın ödül törenine gittim. Beklediğimden iyi geçti :) En azından Bekir Yurdakul'la konuştum kokteylde mutlu oldum. Ödüllerin veriliş kısmı sıkıcıydı biraz, çok uzun sürdü ama bitti sonuç olarak. Kokteylden kaçtım zaten. Hüseyin Hocasız zevkli olmuyor ki.. Ama onun salyangozu şans getiriyor bana :) Özledim hocamı.. Mehmet Hoca (Eroğlu) 'nın yolladığı kitaplar geldi dün, çok mutlu oldum:) Bütün gün zıplaştım sınıfta! Artık arkadaşlarım ya da çevrem diyelim anlıyor beni mutlu eden şeyleri.. Manasız gelmiyor, ne istediğimi biliyorlar, hangi kumaştan olduğumu (Hüseyin Hocamın dediği gibi) biliyorlar.. Bilinmek böyle zamanlarda güzel bir şey..
Ödüllerin en güzeliydi, mutlulukların en büyüğü Mehmet Eroğlu'yla iletişimde bulunmak..
Cumartesi günü Kitap Fuarı açılıyor bakalım ne olacak bu sene? Bekir Yurdakul bekliyor beni, bende Mehmet Hocamı :) Oya Baydar da tekrar gelir mi acaba bu sene? Of şu ÖSS de olmasa.. Kitaplara hasret kaldım.. Geçen gün Emre'yle onu konuşuyorduk. Şimdi gideceğiz oraya kitap alacağız ama okumadan olmaz ki! E Öss ne olacak?! Bu eğitim sistemine artık yapacak yorumum kalmadı.. Of of of... Hayat bize rağmen, Öss'ye rağmen akıp gidiyor.. Bugün zevzeklik havamda değilim... Oysaki söylenmeye değer çok şey var kuytularımda bir salı akşamından kalma..

16 Nisan 2006

Deniz sadece denize alışık...

Dudaklarına çizilmiş karanlık bir çizgi var, dışarıda tekrar eden yine yeni yeniden tenini döven yağmura inat bir çakıl parlıyor kullanmayı öğrendiği gözlerinde... İçinin sevdasız köşelerinde ilerliyordu bir yabancı, yakalayamadığı, sayamadığı ritimlerle. Kuytularındaki erguvani morluklar yakmıyordu artık canını. Güneş kızarıp kanına karışıyor muydu, soğuk donduruyor muydu damarlarından akıp giden kırmızıyı? Unutamadığı bir cümleden emanet bir betimlemenin kıyısında hayatla oynaşıyordu "dışarıda nakarat gibi bir yağmur"...
Şeffafın tanımını arayan, rengini kaybetmiş, parfümlerin dansını yaşatan bir coğrafyada karanlık bir gülümseme delik deşik ediyordu içini ve içinde kırılarak Newton halkaları benzeri renkler yaratan kristalleri.
Adı yoktu. Adsız, tanımsız. Olmayı beceremediği şeyleri taşımamayı tercih ediyordu. Ona kimse bir ad koymamıştı. Bir koyun yeşiliydi belki, bir koyun koynunda sevişen renklerin kıyısında...
Yarıda kalan ünlemdi onun derinliklerine taşıdığı..
Bir açık pencereden kendini aşağıya bırakıp, 'zeytinlerin kokusunu duyarım' umuduyla seksek oynayan, orası burası hayat çarpmalarıyla morarmış bir küçük kız çocuğu...
'Ol'manın ne olduğunu bilmeden 'ol'maya, es deyip hayata bir mola vermeye çabalayan... Olmakla ölmek arasında kavrulan. Bir kış gecesinden kalma buğulu camlara olmayan adını, ölmeyenini ve dirilmeyenini yazmaya çabalayan. Tanıdık bir şehrin adını duyduğunda kalbi çarpan bir sıcaklık, kağıları zorlanan bir soğuk hissizlik...
Coğrafyasında kaybolmuş Deniz'e uzak, denize yerli bir kalp...

14 Nisan 2006

güneş kızarıyor kanım karışıyor...

Yazmak istiyorum. Elime kramplar girene kadar yazmak istiyorum. Beyazın üzerinde ruhumu görene kadar yazmak istiyorum. Söyleyecek sözümün ne olduğunu bulamıyorum. Labirentte kaybolmak gibi ya da tam tersine Cumhuriyet Maydanı'nda boşlukta kalmak gibi... Hayat dün bana göz kırptı. Şu hayatta en çok isteyebileceğim şeylerden biriyle başbaşa bıraktı beni. Güneş kızardı dün. Ve ben ömrümde en özel yerlerden birinin sahibine bir adım daha yaklaştım. Belki artık ona "Hoca" diyebilirim.. Hep hocamdı, belki şimdi daha da yakınımda... Çok garip bir duygu. Tarifi yok. Haber beklemek güzel. Amaçlı bir bekleyişin baş rolünü oynamak güzel..
Yazmak istiyorum. Gündüz olsun, geceler dolsun.. Kalemimi sarmaşık güller çevirsin.. Kelimeler dolsun söyleyecek sözüm olsun, dudağımdan dökülecek dizeler...
Kanım ortak olsun güneşe o da kızarsın güneşle... Kalemime yol versin kalbim...
Çizmek istiyorum.. renklerime dönmek istiyorum. Gökkuşağının alacasında Deniz'in menevişlerinde kaybolmak istiyorum.. Gırtlağımdan kopup varamayan melodiler, yarıda kalan sözlerle... Şairini bilmediğim bir kaç mısra.. Yazarının biyografisini ezberlediğim kitaplar... can acıtıcı cümlelerini seçip renkli odamın renkli cephelerine kazıdığım, kapılarına mutlak bir şekilde kalacak şekilde yazdığım kitaplar...
Bugün yağmur yağdı belki taş sokaklarda rengarenk Newton hareleri olmuştur, ayışığı usul usul gösteriyordur o renk büyüsünü sokak kedilerine...
Yazmak istiyorum, kelimelerimi arıyorum...
Çizmek istiyorum, çizgilerimi arıyorum...
Yazarımı biliyorum, seviyorum, ona "hocam" demek istiyorum.... Çünkü o, yazar tanımının, yazar tanımımım tablosu... Sizi seviyorum, görmesem de özlüyorum...

"...Kimsenin görmediği, görse de farkına varamadığı insan manzaralarının ressamı olmak. İşte benim yazar tanımım..." (Mehmet Eroğlu)

13 Nisan 2006

Bu ses emanetin gibi sanki.. Seviyorum, hissediyorum bu sesle... Aramızdaki sır gibi bu müzik. Bir sandığın anahtarı, bilinmeyenin şifresi gibi...
Örümceğin ağını ördüğü gibiydi aramızdaki örgü. Kimi sen, kimi ben ve ağ tamamlanır. Tamamlanır mı? Taşlar yerine oturup, sular kendi kollardından akmaya başlar mı? Her adım, her ritim birbirinin aynası mı olur? Yap- boz bitince biz olur muyuz Çözülmeyen bir labirentin iki ucundayız. Çıkış yolunu bulursak labirentimiz n'olur? Yok olur, sen olmaz, ben olmaz... Yağmur yağmaz, gece olmaz, denizin sularında meneviş kalmaz, mehtap doğmaz... Çözümsüzlüğümüzün haritasında ilerliyoruz, soluk almaktan korkuyorum. Karşımda dağlar geriniyor ve senin kulağında bir ezgi dudaklarından dökülmeye hazır: Tomorrow we'll see...
"Şaşırman çok doğal ben uzun süredir bir şeyler yapmak istiyordum ama korktuğumdan erteliyordum. Tesadüfler üst üste gelince zamanın geldiğine karar verdim."

"Sanırım doğru zamanlama..."

"Sevindim:)"

"Biz neyiz, ne konuşuyoruz, bilmiyorum" dedim. "Onu da konuşacağız." dedi. İçimdeki ısrarcı çığlık büyüyor. Sessizliğim hoyratlaşıyor. Ve hayat bize hiç aldırmadan nasıl da devam ediyor. İçimdeki taşlar yer değiştiriyor. Bırakamıyorum akışına, gitmiyor...
Mutlak hüzne geri dönüş bu. 10 ay önceki Deniz'e dönüş. Onun dalgalandırdığı Deniz'e... her seçiş bir vazgeçiş. Deniz vazgeçebiliyor musun? Sanırım bir kez daha...
Varmışsın gibi... Olmanı ya da olmamanı istediğimi bilmeden...
"Konuşacak çok şey var" dedin ya, çok şey var, konuşalım ve çözülsün bu düğüm...

-12 Nisan 2006/16.50
Öss'ye 66 gün var. Yani 2 ay. Çok az kaldı. Hayat beni çok şaşırtıyor. Ne olacağını bilmeden yuvarlanıyoruz. Tesadüfe mi inanmam gerekiyor yoksa her şeyin belli bir düzen çinde gerçekleştiğine mi?
Bugün okulda değişiktik. Yani hava değişikti ondan herhalde biraz. İlk ders matematikti. İntegral falan filan. Çubuk yedik, çok çay içtim. Galiba heyecan olunca-ya da panik- çok içiyorum bu kırmızıyı. Felsefede test çözdüler ben resim yaptım. Coğrafyada test çözdük. Tarihte 11-C günlüğü yazdım:)
Bugün canım bir şey yapmak istemiyor. Çünkü ne olduğunu bilmediğim bir şeyler var içimde. Huzursuzum. İnce bir ip gibi seçimler. Bir ip cambazının ustalığını kullanmak durumundayım. Açıklama istiyorum. Olanların nedenlerini, sonuçlarını, arkamda, perdenin gerisinde ne var merak ediyorum. Kim dürüst, kim maskelerle oyununu oynuyor öğrenmek istiyorum.
Düğümlenmiş durumdayım. İçimdeki sesi-sessizliği- susturamıyorum. 10 gün sonra İskender çözecek mi düğümü? 10 gün.. ÖSS'ye 56 gün kala. 2 ay bile değil. 22 Nisan 2006... 240 saat. Yeterince bekledik mi? Peki yaşanılanlar? Bir kalemde silmeye cesaret edebildiklerim. Tuzak. Benim düşebileceğim, hayatımı söndürebilecek...
4 sene.. "Nice 4 senelere" dedi...
Korkuyorum, korkuyor, korkuyoruz...
Galiba yine sessizlik oyununa döneceğiz, hayat akarken, aradan akıp giden elektriğe dönüş...
Dürüstlüğe söz verdim.
Dürüstüm: seni çok özledim...

-11Nisan 2006/ 20.10