30 Mayıs 2012

yatay ve dikey*

Dünyaya ait şeylerin arasında kendime yer bulamadığım zamanlar... Sanki herkes ve her şey büyük bir yalanın sürdürülmesine el vermek için her gün düzenli olarak uyanıyor.
İçimi üzen uyanışlar var.
Anlam veremediğim uykuya dalışlar...
Bu iki eylemin arasında kalan zamanda birbirinin kuyusunu kazmayı gaye edinmiş kocaman bir insan cinsi...
Adaletsizlikte boğulup gidecek diye korktuğumuz vicdanlarımızı, görünmesinler diye köşe bucak kaçırıyoruz "o" yapılandırılmış gülüşlerden. Bari muhafaza edebildiğimiz yegâne şeyimizi gör(e)mesinler..
İnsanlar birbirlerini çıplak bırakmayı seviyorlar. Dürüstlüğe yaklaşır gibi görünen bir şeyden bahsetmiyorum; ardı şiddet olaan bir şey bu. Her söz bir kamçı, her jest bir sıyrık... Yara bere içinde kaldığımız bir iletişimin orta yeri.
Çaresiz sürdürüyoruz.
İnsan olmanın pisliğini üzerimizden yıkayıp da hiçbir şey yokmuş gibi devam edemediğimiz bir döngü.
Neresinden baksan kırgınlık..
İçimiz dağlanmaktan yorulmuyor.

22 Mayıs 2012

düş kapanı

Zamanın akışkanlığına kafa tutan rüyalarda boğuluyorum. Sık rüya görmem oysa. Geceye iğne batıran, uykusuzluğu sonsuza çeken, zihnimi acıtan kareler.. Her sabah, bir öncekinden daha yorgun bir güne günaydın.
Mayısın başlangıcı ve bitişi arasındaki o koskocaman baharı aranıyorum, gören yok. Herkesin vurdumduymaz bir başınalığında neyin cevabını arıyorsam..
Bir ayda üç şehri yan yana dizince masal olurdu bizim oyunumuz ya, bu sefer deprem oldu. Hepsinin sokakları birbirine kesişti, sokakların sesleri çarpıştı, sarsıldı bahar. Şimdi ne olacak.
Üstlenmem gereken suçlardan yalnızca üç şehirde sabıkalı değilim oysa, sırf vicdanımın ihbar ettiği iki yer daha var. Yurtdışına çok yazıyor, belki müebbet..
Bu mayıs çok mu kasım? Gökyüzü saçmıyor altın tozlarıyla morunu, hep koyu, hep petrol rengi.. Gözetlendiğini hissettiriyor. Kim bilir, belki de Tanrı'nın panopticonudur. Kork diye kendi sancından, canının güncesine günah başlığında yaz diye.. Ama kim bilir.. Kimin bildiğinin de bir önemi yok, sen bilmedikçe, bana söylemedikçe, mayıs gelmedikçe, gürültüler temize çekilmedikçe..
Her gün dua ediyor bilmediğim bir dilde. Kendisinin de bilmediği bir dilde. Sabah kahvesi kadar ritüelleşmiş bir şey bu. Ben sözcüklerinin kokusunu bir şeye benzetemediğimiz bu dille, neye yakaracağımıza anlam veremiyorum. Ya da şükran duyacağımıza. Kahve içiyorum. Cama nakarat gibi vuran* yağmura bakıyorum. Ve dudaklarımı, sevdiğim bir adamın kutsal şarkılarına bırakıyorum. Emir gibi sadığım onun söylediklerine.
Tanrı belki de şarkıcı kılığına giriyordur. Öyleyse şayet, yine erkek oluşunu kınıyorum. Feministlikten değil bu kez, giyinmeyi ve soyunmayı böyle mucizevi bir şekilde gerçekleştiren mevsimlerde kadın kokusu duymaktan.
Aşk olsun demek istiyorum ona, aşk olsun. Duyacak muhatap bulamıyorum.
İyisi mi biz yine şarkıcı kılığında...

18 Mayıs 2012

"Gökyüzü bir çocuk resmi.."

İndirmiyorum gözlerimin önüne o koyu camları. Güneş tüm cömertliğini ihtiraslı bir şekilde akıtıyor yüzümüze. Bu mevsimde hep böyle koyu mu olursu su, anımsamıyorum. Bir çok şey gibi.. Vapur insanları böyle olurdu ama..
Yarına merdivenini çoktan dayamış amcaların bulmaca sayfaları beyaza boyalı bank aralıklarına sıkıştırılmış, gelişi güzel yeşile boyanmış yerlerde topuk tıkırtıları...
Limana yaslanan büyük gemilervar, oysa bizim körfeze akıttığımız dünlerimiz kamara aramıyorlar. Sandıklarımızdan başka açılan şeyler de var suda; kirli, koyu, yok olmayan. Sanki, hep öyle bir dalganın kenarına takılı kalacak gibi duran.. Kalıyor.
Yasemin kokulu sokaklara  koşar gibi şehir hatları vapuru. İskeleler, yetmeyecek gibi kucaklamaya şehri..
Bazen, uzaktayken öyle oluyor. En iç yakan yeri de alıp koynuna sokmak istiyor insan; sanki zaten kendiliğinden çıkıp gideceğini bilir gibi.. Gidiyor mu..
Unutmak, saklamak istediklerimize mahsus. Geri kalanı her sabah göz kapaklarımızı zorla kaldıran günün toplamı..
Ama biliyorsun işte, değiştirmiyor ne burada olmam, ne orada, ne de senin coğrafyaların; "Duraklara, kaldırım taşlarına, defterlere, satır başlarına yazdım; sen sorumlusun..."

14 Mayıs 2012- İzm.

9 Mayıs 2012

Baktıkça hatırlamak, hatırladıkça acılanmak, acılandıkça nefes almak için...

Siz hiç iyi bir hainle ya da kötü bir masumla karşılaşmadınız mı?
Karşılaştınız.
Bulunduğunuz dünyada,
Gördüğünüz her masumun bir hain, gördüğünüz her hainin masum bir yanı vardı çünkü.

Siz hiç iyi bir masumla karşılaştınız mı?
Karşılaşamazdınız.
Gördüğünüz her masumun kötü bir yanı vardı çünkü.
Göremediğiniz bu cihanda olamayacak kadar masumdu, göremezdiniz...

Siz hiç kötü bir hainle karşılaştınız mı?
Karşılaşamazdınız.
Gördüğünüz her hainin iyi bir yanı vardı çünkü.
Göremediğiniz bu cihanda olamayacak kadar haindi, göremezdiniz...

Siz hâlâ iyi bir hain ya da kötü bir masum olduğunuzu fark etmediniz mi?
Fark etmediniz...
Fark etseydiniz aramızda bir fark olmadığını fark ederdiniz...

Esra Pekin- lilith*

*resim: Gustav Klimt- Danae